Göçün Yüzleri

  • 22
    ekim
    Göçün Yüzleri
    Gazetecilerden Almanya Göçünün 61 Yılı – 6
    DETAYLI BİLGİ
  • 21
    ekim
    Göçün Yüzleri
    Gazetecilerden Almanya Göçünün 61 Yılı - 5
    DETAYLI BİLGİ
  • 20
    ekim
    Göçün Yüzleri
    Gazetecilerden Almanya Göçünün 61 Yılı - 4
    DETAYLI BİLGİ
  • 19
    ekim
    Göçün Yüzleri
    Gazetecilerden Almanya Göçünün 61 Yılı - 3
    DETAYLI BİLGİ
  • 18
    ekim
    Göçün Yüzleri
    Gazetecilerden Almanya Göçünün 61 Yılı - 2
    DETAYLI BİLGİ
  • 17
    ekim
    Göçün Yüzleri
    Gazetecilerden Almanya Göçünün 61 Yılı - 1
    DETAYLI BİLGİ
  • 17
    eylül
    Göçün Yüzleri
    "Mülteciler olmadan toplumsal barış olmaz"
    DETAYLI BİLGİ
  • 15
    eylül
    Göçün Yüzleri
    Almanya-Türkiye: Objelerle Göçün Belleği
    DETAYLI BİLGİ
  • 12
    eylül
    Göçün Yüzleri
    Siyasi Mülteciler ve Göçün Sosyolojisi
    DETAYLI BİLGİ
  • 12
    eylül
    Göçün Yüzleri
    12 Eylül, Siyasi Mülteciler ve Almanya
    DETAYLI BİLGİ
  • 12
    eylül
    Göçün Yüzleri
    12 Eylül ve Sürgündeki Sanatçılar
    DETAYLI BİLGİ
  • 05
    eylül
    Göçün Yüzleri
    Têkiliya Koçberî û Wêjeyê - Göç ve Edebiyat İlişkisi
    DETAYLI BİLGİ
  • 23
    Mayıs
    Göçün Yüzleri
    Göç, Emek, Kimlik Kolektif Öğrenme Deneyimi
    DETAYLI BİLGİ
  • 29
    nisan
    Göçün Yüzleri
    Türkiye – Almanya Göçleri Arşivi Yayında!
    DETAYLI BİLGİ
  • 05
    kasım
    Göçün Yüzleri
    "Göçün Yüzleri: Almanya - Türkiye " Çevrimiçi Kültür Festivali
    DETAYLI BİLGİ
Proje Hakkında

Projenin genel hedefi; Türkiye ile Almanya arasındaki çok katmanlı ve karşılıklı göçler tarihini gün yüzüne çıkararak, iki ülke toplumları arasında geçmişten bugüne yoğun bir biçimde yaşanan kader ortaklığı ve sosyal uyuma vurgu yapmak ve bu iki toplum özelinde açığa çıkmış göç deneyimlerinin ışığında göç olgusuna olumlu bir pencereden bakmayı teşvik etmektir. 

 

Project
17
September
Göçün Yüzleri
"Mülteciler olmadan toplumsal barış olmaz"

*Yunanistan, salı (13 Eylül) günü 73 göçmeni Türkiye sularına geri itti, ikisi bebek üçü çocuk altı mülteci hayatını kaybetti.

*Hatay’da liseden yeni mezun olan ve Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanan 17 yaşındaki Suriyeli Faris Al Ali, geçtiğimiz hafta sonu (3 Eylül) uğradığı bıçaklı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

*Ankara Altındağ’da geçtiğimiz yıl ağustos ayında Suriyeliler ve mahalle sakinleri arasında kavga çıktı. 18 yaşında Türkiyeli bir genç yaşamını yitirdi. Altındağ’da günler süren gerilimde Suriyelilerin evlerine saldırılar oldu.

*Suriyeli üç mülteci, Mamoun al-Nabhan, Ahmed al-Ali ve Muhammed el-Bish’in, 16 Kasım 2021’de, İzmir Güzelbahçe’de kaldıkları barakada yakılarak öldürüldü.

Bu vakalar, geçen yıllar içinde Türkiye’deki mültecilere yönelik saldırılardan bazıları.

Peki, bu saldırılar hem mülteciler hem de Türkiye halklarında nasıl bir etkiye yol açıyor?

Saldırıları ne tetikliyor?

Türkiye’nin gerçeği olan mültecilerle barış nasıl mümkün kılınır? Beraberce Derneği’nden Ayşe Öktem bu soruyu, “Mülteciler olmadan toplumsal barış olmaz” diye yanıtlıyor.

Detayları Öktem’den dinliyoruz.

“Medeniyet göçler sayesinde oluşur”

Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre; toplum mültecileri Türkiye’nin en önemli beş sorunu arasında görüyor? Bunun kaynağı nedir?

Aslında bu doğal karşılanması gereken bir durum. Bütün göç araştırmaları, göç tarihi yerleşik toplumun yeni gelenleri önce yadırgadığını ve sorun olarak gördüğünü gösteriyor. Göç tarihine ve aynı zamanda insanlık tarihine baktığımızda hep aynı durumu görüyoruz. Yerleşik toplum, –bu yerleşik toplum dünün göçmenleri de olabilir- yeni gelene karşı kuşkuyla ve yadırgama ile yaklaşıyor.

Çünkü korkuyor, kendi başarı hikayelerinin ellerinden alınacağını varsayarak korkuyor. Bu korkuyu göç sürecinin doğal bir evresi olarak görmeliyiz.

Medeniyet dediğimiz şey, göçler sayesinde oluşuyor. Göç; problem yaratır, şehrin dinamiği o problemleri çözer, şehrin ve medeniyetin gelişmesi zaten yeni gelenlerin yarattığı problemler sayesinde olur. O problemler olmasa herkes tarih içinde kurulan şehirlerde mutlu mutlu yaşardı ve medeniyet gelişmezdi.

Bu nedenle göç almak sorun yaratan, ancak şehrin, medeniyetin, kültürün gelişmesini çok çok geliştiren bir durumdur. Bizim yaşadığımız da tam olarak bu. Türkiye de, İstanbul da çok fazla göç alıyor. Buradan sorunlar doğuyor, bu çok doğal bir şey. Fakat kültürün gelişmesi bu sorunların yeni gelenle çözebilmemize bağlı bir şey.

Fakat popülist politika göç sürecini araçsallaştırıyor ve  kendi çıkarları için kullanıyor.

“Birlikte yeni bir kültür oluşturacağız”   

Toplumdaki korkuların başında “kültürün, sosyolojinin değişeceği” geliyor. Siz bu değişimin gelişmek olduğunu söylüyorsunuz, bu nasıl olacak?

Göçmenler bizim kültürümüzü yani bir grup olarak kültürümüzü değiştirmeyecek. Hepimizin diyalog içinde birlikte değişecek.

Almanya göçleri üzerine çalıştığımız projeden örnek verebilirim. Almanya Türkiye’den 1960’lardan başlayarak göç almaya başladığında bugün bizim toplumumuzda yaşanılan korkuların aynısı yaşanıyordu. “Türkiyeliler geliyor ve bizim kültürümüzü değiştirecekler” algısı vardı.

Türkiye’den gidenler Almanya’nın kültürünü değiştirmediler ama Almanya’da çok daha demokratik çok daha açık yeni bir kültür oluştu. Fakat kimse kimsenin kültürünü değiştirmedi; yeni bir kültür oluştu, önemli nokta burası.

Bu yeni kültür Almanya’ya giden Türkleri, Kürtleri, İtalyanları, Suriyelileri de kapsıyor. Çok daha enternasyonal, çok hayat dolu bir kültür yaratıldı. Bu yeni kültür Alman kültürü mü evet Alman kültürü çünkü Almanya’da üretildi; ancak, eski Alman kültürüyle çok büyük farklar barındırıyor.

Birlikte yaşam alanları gittikçe genişleyecek mesela, bu elbette hemen olabilecek bir şey değil. Almanya örneğine baktığımızda böyle bir kültürün oluşması 60 yıl sürdü ama bu Türkiye’de de olacak. Kısmen de oluyor, yer yer başladı bu süreç.

“Türkiye’de göçmenler kullanılıyor”

Peki, yeni kültürün oluşmasında iktidarın rolü nerede kalıyor? Tamamen toplumsal dinamiklerle kendiliğinden gelişen bir süreç mi? Almanya örneğini verdiniz, orada devletin rolü ne olmuştu?

İktidarların rolü çok önemli. İktidarlar bu süreçleri desteklerse daha az sancılı, daha hızlı ve daha olumlu gelişir. Fakat köstekleyecek olurlarsa daha sancılı bir geçiş süreci olur.

İktidarlar ya da siyasi aktörler göçü ve göçmenleri, kendi lehlerine kutuplaşmalar yaratmak için kullanıyorlar. Bu kullanma durumu süreci sancılı hale getiriyor ama süreçleri kolaylaştıran iktidarlar, sancıları azaltıyor.

Türkiye’de olduğu gibi herhangi bir uyum çalışması yapılmadığı gibi bu süreci olumsuz etkileyecek bir tutum sergileniyor. Türkiye’de göçmenler kullanılıyor, hem de herhangi bir uyum çalışması yapmayarak süreci çok daha sancılı kılıyor. 

Çok somut bir örnek verecek olursak; Türkiye’ye yeni gelen göçmenlerin büyük çoğunluğu kayıtsız, 2022 yılında katıysız olmak demek namevcut olmak demek, yoksun anlamına geliyor. Kayıtsız birinin sömürülmesi, yaralanması, öldürülmesi çok daha kolay çünkü zaten yok.

Yani ilk adım insanların var oluşunu kabul etmek ve kayıt altına almak. Daha sonra dil bilmesini sağlamak ya da tercüman temin etmek. Dil çok önemli, çünkü dil bilmek veya bilmememek her iki taraf içinde sorun yaratacak. İletişimsizliğin getirdiği sorun düşmanlığı da yol açacak. 

Dernek olarak tercümanlığa dair bir proje yaptık, küçük bir şeydi belki ama çok etkileri oldu. Tercümanlık sağlamak veya dil öğretilmesi toplumsal huzur açısından çok önemli, basit görünen ama ciddi sonuçları olan adımları atmak gerekiyor. 

“Göçmenlerin ekonomiye katkıları çok büyük”

En baştaki soruya tekrar dönersek; mülteciler; işsizliğin en önemli nedeni olarak görülüyor ama yanı sıra ekonomiye büyük katkıları olduğuna dair araştırmalar da var. İşsizliğin, ekonomik krizin nedeni mülteciler mi?

Mülteciler, yerleşik olanın yapmadığı işleri yapıyorlar ayrıca çok çok ucuza çalıştırılıyorlar. Kayıt dışı çalıştırılıyorlar birçoğu, büyük bir sömürü var. O sömürü şartlarında yerleşik olan çalışmak istemiyor. İnsanca çalışma koşullarında çalışmıyorlar. İktidarların görevi aslında bu; çalışma koşullarının önüne geçmesi gerekiyor ama bunu yapmıyor. 

Mesela Anadolu Kaplanları diye yükselen firmalar aslında kayıtsız göçmen işçinin sömürüsü ile “kaplanlaştılar”. Buralarda sermayenin kâr payı fena halde büyüyor, yerleşik işçi çalışacak olsa; sendikası, sigortası var, birçok hakkı var. Ama kayıtsız olanın hiçbir hakkı yok ve kayıtsız göçmenler üzerinden büyüyorlar. Yani ekonomiye göçmenlerin çok büyük bir katkıları var. 

“Mültecileri iyi gösteren her haberi iyi haberdir”

Mültecilere yönelik algıda medyanın da büyük bir rolü var. Özellikle medyada yer alan bazı haberler nefret söylemine hatta bazen şiddete neden olabiliyor? Medya, az önce sözünü ettiğiniz “yeni kültürün” oluşmasında nasıl rol almalı? 

Mültecileri iyi gösteren her haberi iyi haber olarak görüyorum. Bir göçmenin başarıyla üniversiteyi bitirmesi, sevilen bir lokanta açması, yani başarı hikayeleri anlatan haberler toplumda iyi bir iz bırakıyor ve bence bu nedenle iyi haberler. Bu haberler toplumları yaklaştırıyor ve algıları olumlu yönde değiştiriyor. 

Biz göçmenleri homojen bir bütünlük olarak görüyoruz. Halbuki değil. Suriyeli kadın denilince akıllara tümüyle kapalı, ezilen bir kadın geliyor ya da Suriyeli erkek denilince akıllara sakallı adamlar veya IŞİD geliyor. Medya da burada bir parça rol alıyor. Ama bu çok büyük bir yanılgı. Suriyeli olup açık olan kadınlar var ama biz onları Suriyeli olarak görmüyoruz veya Suriyeli olduklarını anlamıyoruz. 

Almanya’da da bu durum böyleydi. Ben oraya okumaya gittiğimde “Hiç Türklere benzemiyorsun” tepkisi alıyordum. Kapalı olmamı beklediklerini söylüyorlardı. Beni Türkiyeli olarak görmüyordu çünkü o önyargıda Türkiyeli başka bir şeydi. 

“Mülteciler toplumsal barışın parçası”

“Barışı inşa etmek” başlık bir çalışmanız var ve mültecileri de kapsıyor. Toplumsal barışı inşa ederken mültecilerin rolü nedir?  Mültecilerle, göçmenlerle ortak yaşam nasıl kurulacak?

Türkiye’nin göç alan bir ülke olduğunu kabul etmekle başlıyor her şey, bunu kabul ettikten sonra toplumsal barışın parçası olduklarını da kabul etmiş olacağız.

“Biz yerleşik Türkiyeliler olarak barışalım ama göçmenleri bu toplumsal barışında bırakalım” diyemeyiz. Böyle bir perspektif gerçek dışı ve işlemez. Toplumsal barış diye bir şeyden söz ediyorsak göçmenler de bunun bir parçası olmak zorundalar. 

Toplumsal barış göçmenler olmadan olmaz. Toplumsal barıştan neyi söylediğimiz de çok önemli; tüm farklılıkları kabul edip, farklılıklara saygı gösterip, eşit bir şekilde beraberce bir yaşamı örgütleyeceğiz. Bu nasıl olur, diyebiliriz ama bunun bir tek cevabı yok. Bunun cevabını her yerel kendisi verecektir, çünkü birçok cevabı var. 

Bir cevabı; birçok ülkede veya Osmanlı’da olduğu gibi herkes kendi mahallesinde yaşayabilir ve sadece kamusal alanda buluşulabilir. Bir diğer cevabı; herkesin birlikte yaşaması olabilir. Bu iki nokta arasındaki her şey olabilir.

Bir bölgede Arapça okullar olabilir, başka bir bölgede bütün anadillerde okullar olur. Yani toplumsal barış merkezi değil, yerel çözüm gerektiriyor. Ama en başta insanların diyaloga girmesi, bazen susup diğerini dinlemesi, farklarını, benzerliklerini görerek; yaralamadan, alt üst hiyerarşisi kurmadan iletişim kurması gerekiyor.

Mesela; travmalar paylaşılabilmeli, insanlar travmalarını paylaştıklarında çok büyük yakınlıklar kurabiliyorlar, duygusal bağ kurabiliyor.  Bir dönem gerilla ve asker anneleri bir araya geliyordu. O kadınların acıları aynı ve o acılardan yeni birliktelikler kuruldu. “Acımız aynı bu acıyı yaşamayalım” şeklinde birliktelikler kuruluyor. 

“Devlet çözüm için sivil toplumu desteklemeli”

Son olarak; söz ettiğiniz “yeni kültürü” inşa ederken; kimler nerede nasıl rol almalı, iktidarlara ne düşüyor, sivil topluma ne düşüyor?

Sivil toplumun rolü çok çok büyük.  Almanya’dan örnek verebilirim; Almanya’da hükümet göçmenlerle ilgili bütün çalışmalarını sivil topluma devretmiş durumda. Devlet, hükümet destekliyor ama sivil topluma bırakıyor. Uyum politikalarını sivil toplum yürütüyor. Almanca kurslarını, danışmanlık gibi akla gelebilecek her şeyi sivil toplum yapıyor.

Göçmenler sivil toplum çalışanıyla bürokratik bir dil kurmadığı için çok daha rahat iletişim kuruyor, yardım talep kabul etmekten çekinmiyor. Yani sivil toplumun göçmenler açısından kabul edilmesi çok daha rahat oluyor.

Diğer bir fark sivil toplum yerel, devlet ise; genel bir mekanizma. Sivil toplum Mardin’de farklı, İstanbul Esenyurt’ta farklı bir politika yürütüyor. Sivil toplum yerelin sorununu yakından bilerek çözüm üretiyor. Devlet ise; genel çözümler üretiyor, uygulanması ve uyumlanması zaman alabiliyor.

Ayrıca sivil toplum çözüm üretmek de çok daha başarılı olabiliyor. Yani sorunların çözümü sivil topluma bağlı, devletin buradaki görevi devletin ise; sivil toplumu özgür bırakıp, desteklemektir. Sivil toplumun sahadan ürettiği çözümleri alıp süzgeçten geçirip benimsemesidir. 

Sivil toplumun bir sorumluluğu da ürettiği çözümleri devlete sunmaktır, devletin görevi de sivil toplumu desteklemek ve çözüm üretmesini talep etmektir. 

(RT/SD)

 

bianet web sayfasından alınmıştır

https://bianet.org/biamag/kultur/267221-multeciler-olmadan-toplumsal-baris-olmaz

Çalışmalarımız

beraberceden duyurular, haberler ve etkinlikler için e-posta listemize katılın!