20
October
Göçün Yüzleri
Gazetecilerden Almanya Göçünün 61 Yılı - 4
*bi’bak’ın arşivinden fotoğraflar, (1971, Berlin)
“GAZETECİLERDEN ALMANYA GÖÇÜNÜN 61 YILI”
2021 yılı verilerine göre, Almanya’da 3 milyona yakın Türkiyeli yaşıyor. 30 Ekim 1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında işgücü anlaşmasının imzalanmasının üzerinden geçen 61 yıllık sürede, Almanya’daki Türkiyelilerin sayısı sürekli olarak artış gösterdi. 1973 yılına kadar, anlaşmanın imzalanmasının üzerinden 12 yıl geçtiğinde, yaklaşık olarak 800 bin Türkiyeli Almanya’ya göç etmişti. Ekonomik temelli olarak gelişen bu göçün ardından, 1971, 1980 askeri darbeleri sırasında uygulanan baskı, 1990’lı yıllarda artan çatışmalar ve sonucunda köyleri boşaltılan, faile meçhul cinayetlere, gözaltında zorla kaybettirilmelere, toplu tutuklamalara maruz kalan Kürtler ve diğer muhalif kesimler, siyasi temelli göçle Almanya’ya gitti. 2013’deki Gezi protestoları ve 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi kapsamında KHK’ler ile işlerinden çıkarılan, haklarında soruşturma hazırlanıp Fethullah Gülen Cemaatiyle ilişkilendirilenler ve 11 Ocak 2016’da “Bu Suça Ortak Olmuyoruz” bildirisi nedeniyle haklarında dava açılan, KHK ile işlerinden çıkarılan akademisyenler Almanya’ya göç etti.
Bütün bu süreçlere gazetecilik yapanlar da dahil ve şahit oldu. 1961 yılındaki işgücü anlaşmasından bu yana ekonomik veya politik sebeplerle Türkiye’den Almanya’ya gitmiş, göçmen olmuş gazeteciler kendi hikayelerini, 61 yıllık göçün etkileri ve sonuçlarına dair gözlemlerini anlatıyor.
Yazı dizisi bianet ve beraberce derneği ortaklığıyla, “Göçün Yüzleri: Almanya-Türkiye” projesinin bir parçası olarak yayında.
İlknur Bilir: “Göçmenlik tam zamanlı bir iş gibi”
Mart 2020’de Almanya’ya göç eden İlknur Bilir, 2013 Gezi direnişinden sonra, yüksek öğrenim görmüş nüfusun “yurt dışında ne yapabilirim?” sorusuna verilmeye çalışılan cevapların, kendi neslinin göç hikayesi olduğunu belirtiyor.
İlknur Bilir, Türkiye’de Medyascope’ta başladığı gazetecilik hayatını, Almanya’ya bir süre uluslararası bir haber ajansında editör olarak devam ettirdi. Almanya’ya gitmeden önce, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü ve Film Çalışmaları bölümlerinde lisans eğitimini onur derecesi ile tamamladı. Mithat Alam Film Vakfı bursiyeri olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon bölümünde sinemada dijital ve alternatif dağıtım mekanizmaları konulu yüksek lisans tezini 2019 yılında sundu. Onur derecesi ile mezun oldu. Medyascope.tv’de haftalık sinema programı “Sinemasalı”yı hazırlayıp sundu. Türkçe, İngilizce ve Kürtçe dillerinde haberler ve akademik yazılar kaleme aldı. Bağımsız podcast ağı olan Medyapod için “Cinesapiens” isimli görsel kültür sohbetlerinden oluşan podcast programının yapımcılığını ve sunumunu yaptı. Mart 2020’de Berlin’e göç etti. Martin Luther Üniversitesi – Halle-Wittenberg’de, Medya ve İletişim alanında doktoramı yapıyor.
Bilir, 2013 Gezi direnişinden sonra, yüksek öğrenim görmüş nüfusun “yurt dışında ne yapabilirim?” sorusuna verilmeye çalışılan cevapların, kendi neslinin göç hikayesi olduğunu belirtiyor. “Özgür alanlarımızın kalmaması, ne siyasette ne gündelik hayatta özen, adalet ve liyakatin esamesinin dahi okunmaması, bizleri kendi hayatlarımızın sorumluluğunu almaya itti” diyen İlknur Bilir’e göre, “Göç, iki ülke arasında kopmayacak bir tarihsel bağ oluşmasını sağladı.”
Bize kendi kişisel göç hikayenizi anlatabilir misiniz?
Benim göç sebebim, ilk olarak eğitimime Almanya’da devam etmek istememdi. Master tezimi yazdıktan sonra bir burs aldım ve Almanya’ya, Berlin’e geldim. O süreçte buradaki gazeteci arkadaşlarla tanıştım ve uluslarası bir haber ajansında editör olarak çalışmaya başladım. Bir yandan da Martin Luther Üniversitesi – Halle-Wittenberg’de- Medya ve İletişim alanında doktoramı yapmaya başladım. 2013 Gezi olaylarından sonra, özellikle yüksek öğrenim görmüş nüfusun, “yurt dışında ne yapabilirim?” diye sorduğu soruya verilmeye çalışılan cevaplar, aslında bizim neslin göç hikayesi bence.
Özgür alanlarımızın kalmaması, ne siyasette ne gündelik hayatta özen, adalet ve liyakatin esamesinin dahi okunmaması, bizleri kendi hayatlarımızın sorumluluğunu almaya itti bence. Daha yaşanılır bir hayatı kurma ihtimali varsa, bunu bir kez olsun deneyelim diyerek başladı benim jenerasyonumun göç hikayesi. Ben, Mart 2020’de kesin olarak göç ettim Berlin’e ve bu göç, kanımca henüz tam olarak da gerçekleşmiş değil. Mental olarak ve bazen materyal olarak da hâlâ bir yolda olma halinde gibi hissediyorum bazen. Yanımda olmayan bir kitabım, arkadaşlarımın özel günlerinde yanlarında olamamak, bu göçün bir sonu olmasına bazen izin vermiyor. Bunda tabi Almanya toplumunun da etkisi vardır, çok kucaklayıcı bir toplum yapısı yok maalesef burada.
“Göçmenliğiniz sizden önce gidiyor”
Kürt bir kadın gazeteci olarak göçün sizdeki etkilerine dair neler söyleyebilirsin?
Ben göç ettikten sonra, sanki başka bir ünvanım daha oldu hayatta; göçmen. Çünkü değerli bir arkadaşımın da dediği gibi, göçmenlik tam zamanlı bir iş gibi. Siz ne yaparsanız yapın, sırf göçmen olduğunuz için, gün içinde ve diğer her türlü işinizde ekstra yapmakla yükümlü olduğunuz bir koşullar ve gereklilikler listesi çıkıyor karşınıza. Siz kendiniz olmadan önce bir göçmen oluyorsunuz, her kişi ve kurum ile kurduğunuz ilişkide. Bunu bazen Türkiye’deki Kürt olma durumuma benzetiyorum ben. Türkiye’de de ne zaman bir kurumla veya iş için görüşseniz, Kürtlüğünüz sizden her zaman önce gider. Burda da aynı şekilde göçmenliğiniz sizden önce gidiyor. Haliyle kendinizi hep birilerinin sizi atadığı yerlerde ispatlamaya çabalarken buluyorsunuz. Daha iyi, daha kalifiye, daha makbul bir göçmen olduğunuzu anlatmakla geçiyor, devletle ve kurumlarla kurduğunuz ilişkiler.
Bir diğer etki de, en başta ana dilimi öğrenmemi sağladı. Ben Berlin’e geldikten bir hafta sonra pandemiden dolayı ülke kapanma kararı almıştı ve haliyle herkes gibi tüm gün evdeydim. Türkiye’den farklı olarak, gündelik hayatımda göz göre göre adaletsizliğe, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmadığım için, mental olarak güçlendiğimi hissetmiştim ve bu bir şekilde evde Kürtçe öğrenmeye itti beni. Çünkü Türkiye’de anadilimde eğitim alma fırsatım pek olmadı ve bu imkanımı Berlin’de kullanmak istedim. Biraz da buraya geldiğim zamanın pandemiye denk gelmesi de bunda etkiliydi. Burada göçmen olmak, benim kendi ana dilimle olan bağımı daha da kuvvetlendirdi ve ben C1 seviyesinde Kürtçe ve Almanca’yı iki yıl içinde Almanya’da öğrendim. Göç yukarıda da sözünü ettiğim gibi sizi normal zamanlarda yapamayacağınızı düşündüğünüz şeyleri yaparken bulduğunuz olağanüstü bir hal bence. Almanya’da ise Alman olmamak bir kriter, Kürt ve ya Türk olmak değil.
“İlk kuşak göçmenlerde yerelleşme görülüyor”
Türkiye’den Almanya’ya göç etmiş insanların hikayeleri, hem haber hem de çeşitli film ve dizilerin konusu oldu, oluyor. Bir gazeteci olarak sizin Türkiye’den Almanya’ya yönelik göçe ilişkin gözlemleriniz neler?
Öncelikli olarak iki ülke arasında kopmayacak bir tarihsel bağ oluşmasını sağladı ve bu iki ülkenin siyasetinde karar verici bir role sahip, göç. 1960’lı yıllardaki ilk göç furyası, planlanmış ve belli bir plan dahilinde gelen işçilerdi, fakat şimdi göç hareketlerine baktığınızda bir hayatta kalma savaşı olduğunu görüyorum. Bir de göçün farklı jenerasyonları arasındaki demografik yapının son derece çeşitli olması bu farklı jenerasyonların Almanya’daki karşılaşma alanlarında da kendini gösteriyor. Daha önce bir lokalde, hemşehrilerin toplandığı mahalle fırınlarında birbirlerini bulan Türkiyeli göçmenler, şimdi dayanışma ağlarında, meslek örgütlerinde, belli akademik ve kültürel derneklerin araştırmacı çevrelerinde ve de sosyal medya gruplarında karşılaşma imkanı buluyor. Haliyle bu kuşaklar arası ulaşılabilirlik parametreleri de iletişimin içeriğini çok etkiliyor. 2013 sonrası göçen yüksek eğitimli göçmenlerden, ki bu jenerasyona New Wave (Yeni Dalga) deniyor ile ilk kuşak göçmenlere doğru gittiğimizde, yerelleşme görüyorum ben daha çok. İlk kuşak zaten dil bariyerini aşamadığı için entegrasyon sorunu yaşadı. Şimdi ise ikinci ve üçüncü nesil bu bariyeri aşmış durumda. 2013 sonrası gelen nesil ise, hem dil bariyeri ile buradaki iş gücü piyasasına dahil olamıyor hem de yükselen sağ siyasetin de etkisi ile şekillenen bir göçmen karşıtlığı ile mücadele etmek durumunda kalıyor.
Benim gözlemlediğim kadarıyla Almanya’daki kurumların ve bu kurumların verdiği destek ve sağladıkları fonlar da bu ayrıştırmayı keskinleştiriyor. Demek istediğim, eğer iltica etmiş biriyseniz, sizi hep iltica etmiş sanatçılar, gazeteciler ya da hangi meslek grubundaysanız, o meslek grubundaki göçmen çevresi ile iletişime geçiriyor. Fakat aslında tam tersi olmalı bence. Bu insanların Alman kurumlarla veyahut meslektaşları ile iletişim kurma ve birlikte çalışma imkanları artırılmalı. Bu tür kategorizasyonlar buraya alanlarında çalışmak, üretmek isteyen göçmenleri dar bir diasporik ilişkiler ağına hapsediyor. Diaspora çalışanlar bilir, diaspora her ne kadar kendi dinamikleri olan bir toplum yapısı ise de aslında gelinen ülke dinamiklerinin minyatür halini diasporada da görürüz. Kapıkule Sınır Kapısında Türkiye Bayrağı ile “Cennet vatanım, düzenim olmazsa hemen dönerim” diye ortaya ağlayan göçmen kitlesi gibi.
“Alman medyası çok içine kapanık”
Türkiye’den Almanya’ya gitmiş ve orada gazetecilik yapan bir isim olarak Almanya’da gazetecilik yapan Türkiyelilere dair neler söyleyebilirsiniz? Türkiye’de gazeteci olmak ile Almanya’da gazeteci olmanın benzerlikleri ve farklılıkları neler?
Almanya’da gazeteci olmak değil de Alman bir gazeteci olmamak bir mesele. Alman medyası maalesef ki çok içine kapanık ve sınırları oldukça sert bir şekilde çizilmiş alanlar ve kamu yayıncılığı etrafında dönüyor. Her eyaletin kendi kamu televizyonu var. Bu da çok merkezi bir yapı olmasını ve kontrol altına alınmasını güçleştiriyor tabi. Bu televizyon ve gazetelerin yapısı ise oldukça beyaz. Göçmenler kendilerine çok az yer bulabiliyor. Göçmenlere dair haberleri ise bir şiddet haberi değilse veyahut ekstrem bir haber değilse, pek haberlerde görmüyoruz.
Her ne kadar özgürlük ve çok seslilik vurgusu yapılsa da bunun bir vitrin, bir temsiliyet kadrosu, verilen bir kaç belli başlı isim dışında, Alman medyasında gerçekleştirilebildiğini düşünmüyorum. Haliyle burada sözünü edebileceğim en önemli etki, Türkiye’de bir Kürt olarak hissettiğim ötekiliğin, beni Berlin’de takip ettiğini ve burada ikinci bir ötekileştirilmeye maruz kaldığımı görmemdir. Bunun en büyük handikaplarından birisi de mesleğimi yapmak istediğim ölçüde, en azından ana dil seviyesinde Almanca konuşmadan yapamayacağımı görmek oldu. Şunu söylemek istiyorum, Almanya özgürlüklerin daha fazla ve siyasetin gündelik hayatın üzerindeki zorbalığının Türkiye’ye oranla daha az olduğu bir ülke. Fakat toplum içerisinde belli haklar, belli kesimler tarafından kullanılıyor ve kimse de bunu sorgulamıyor.
Göç, Almanya ve Türkiye toplumu arasında nasıl bir ilişki biçimini oluşturdu ve bunun sonuçlarına dair neler söylemek istersiniz?
Buna bir önceki soruya verdiğim cevaba ek olarak şunu ekleyebilirim, Almanya-Türkiye göçü iki ülke arasında en başta bence birbirlerine her zaman muhtaç kıldı. Çünkü Almanya için ülke içinde sayıları 7 milyona varan bir Türkiye’den göç etmiş nüfus var. Bu ülke içerisindeki dengeyi de etkileyebilecek bir sayı olduğu için, Türkiye’deki birçok hak ihlalleri ve hukuksuzluğun dış ilişkiler nezdinde çok tanınmadığını ve adının konmadığı bir siyaset izleniliyor diye düşünüyorum. Bir yandan da kültürel kurumların birlikte ürettikleri proje ve ortak çalışma geçmişleri uzun olduğu için, iki ülke arasında büyük çapta bir mobilizasyon da var. Bu da aslında iki toplumun sürekli olarak birbirinden haberdar olduğu bir eşitliği getiriyor. Ama Türkiye’de iddia edildiği gibi, kıskanan Alman ben pek görmedim.
Son dönemlerde Almanya’ya göç eden Kürt ve diğer halklardan insanlara, önceki dönemlerde göç eden Türkiyeliler nasıl yaklaşıyor?
Bunu kendi deneyimlerimden gördüğüm kadarıyla cevaplamam gerekirse, birbirini tanıyamama ve ihtiyaçlarını görememek gibi bir durum var diyebilirim. Özellikle 2013 yılından sonra göç eden insanlar, ilk geldiklerinde daha önce göç etmiş insanlardan çok destek gördüklerini dinledim. Fakat daha sonra bunun da yerini bir umursamazlığa ve rekabete bıraktığını görüyorum. Bence jenerasyon farketmeksizin burada göçmenler birbirine kırdırılıyor. Bu sebeple de kuşaklar arasında, özellikle de son gelen kuşağın dünyaya entegre, en az bir yabancı dile hakim olması sebebiyle de Alman hükümetini eleştirel ve daha iyi imkanları talep etme eğilimleri oluyor. Bu, önceki kuşaklar tarafından sanki “daha ne istiyorsunuz” olarak algılanıyor. Garip bir grup dinamiği var burda. Bunu şöyle bir örnekle kapatmak isterim:
Berlin’e geldiğim ilk günün akşamında, otobüs durağında beklerken, bir kadın, sinir sinirli yanıma geldi ve birden Türkçe konuşmaya başladı. Otobüs durağında tek başına oturan hafif esmer adama doğru, kendi kendine kızmaya başladı. Kadın dönüp dönüp bana doğru “Bunlar, bu Suriyeliler de geldi, her yeri bozdular” diyordu. Buradaki kadın yaşı itibari ile ikinci nesil Türkiyeli bir göçmendi. Suriyeli olduğunu iddia ettiği adama kızarken, kendi geçtiği yolları ve imkansızlıkları çoktan unutmuşa benziyordu. (DD-FD)
https://bianet.org/bianet/yasam/268725-ilknur-bilir-gocmenlik-tam-zamanli-bir-is-gibi
Ferid Demirel
bianet Kurdî editörü. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Aynı okulda ve aynı bölümde yüksek lisans yapıyor. Birgün, Dicle Haber Ajansı (DİHA), Dem Tv, Rûdaw TV ve Sputnik Kurdistan’da muhabir, editör, haber müdürü ve şef editör olarak çalıştı. “Haber Analizi ve Arşiv İncelemeleriyle: Türkiye’de 9 Gazete” kitabına katkıda bulundu. “Çîrokên Şêwra Ermenan” (Cervantes Yayınları) ve “Guldesteyek ji Baxê Rewanê” (Sor Yayınları) kitaplarını yayına hazırladı.
Dara Demiralp
beraberce Derneği proje uzmanı. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. Hak temelli çalışan birçok sivil toplum örgütünde örgüt yönetimi, sosyal politika, hak savunuculuğu ve insan hakları temalarında çalışmalar yürüttü. Kasım – Aralık 2021 dönemi bianet Kurdî stajyeri. Atölye BİA 20-28 Şubat 2021 “Kürtçe Hak Odaklı Habercilik Atölyesi” katılımcısı.