Projenin genel hedefi; Türkiye ile Almanya arasındaki çok katmanlı ve karşılıklı göçler tarihini gün yüzüne çıkararak, iki ülke toplumları arasında geçmişten bugüne yoğun bir biçimde yaşanan kader ortaklığı ve sosyal uyuma vurgu yapmak ve bu iki toplum özelinde açığa çıkmış göç deneyimlerinin ışığında göç olgusuna olumlu bir pencereden bakmayı teşvik etmektir.
“Yaz, kış demeden eviniz basılıyor. Gözaltına alınıyorsunuz. Artık elbiselerle yatmaya başlamıştık neredeyse. Her an cemse seslerini bekliyorduk. Cemseden atlayan asker postallarının seslerini bekliyorduk. Artık bu sesleri ezberlemiştik. Yine bir kara kış gecesi cemse sesiyle irkildim. Kulak kesildim acaba yanılıyor muyum diye. Fakat cemseden atlayan postal seslerini de duyunca emin oldum artık. O gece sabaha kadar kara kışta Ankara sokaklarında dolaştım ve artık bu ülkede yaşama şansımızın olmadığını düşündüm. Ülkeyi terk etmenin yollarını aramaya başladım.” (WDR Köln Radyosu, 2021)
Mehmet Yıldız’ın anlattıkları, 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaşayanların hiç de yabancısı olmadığı türden olaylar. Sendikal faaliyetleri nedeniyle tutuklanarak bir süre Mamak Askeri Cezaevinde tutulan ve ağır işkenceler gören Mehmet Yıldız, serbest bırakıldıktan sonra çareyi Almanya’ya siyasi mülteci olarak gitmekte bulan binlerce insandan yalnızca biri.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Almanya, işgücünden sonra bu kez siyasi sığınmacılara açtı kapılarını. Artık Sirkeci garından kalkan trenler değil, Ege denizini geçen tekneler taşıyordu göçmenleri. Filiz Aydın da Ege’yi derme çatma bir tekne ile bin bir kaygı içinde geçen siyasi mültecilerden biri:
“Ben 10 dakika gibi düşünüyordum ama 10 dakika bana gerçekten 10 yıl gibi geldi. Ben yüzme bilirim, burada kapalı yüzme havuzunda derin yerde yüzerim, ama denizde hala derin yerde yüzemem. Bu durum orada yaşadığım o korkudan, o travmadan kaynaklanıyor. Çünkü Sahil Güvenlik o dönemde ihtar yapmadan batırabiliyordu seni ve bizde çocuk vardı. Can yeleği de giymemiştik. O yüzden o yolculuk beni çok korkutmuştu.” (WDR Köln Radyosu, 2021)
12 Eylül döneminde öldürülen Sendikacı Kenan Budak’ın yeğeni Dilşah Budak, dönemin travmasını henüz çocuk yaşta yaşayanlardan:
“Ailemin büyük kısmı politik olarak aktifti. Bu gerekçeyle bir kısmı tutuklandı. Ağır işkenceler gördü. Bir kısmı cuntadan saklanmayı başarabildi. Polis amcam Kenan Budak’ı yakalayıp öldürdükten sonra babam da kaçması gerektiğini anladı. Yurtdışına çıktı. Bir süre sonra Annem onun yanına gitti. Bir sene sonra, yurtdışına çıkmakta olan bir aile beni kendi çocukları gibi göstererek sınırı geçirdiler ve aileme kavuşmamı sağladılar.” (WDR Köln Radyosu, 2021)
12 Eylül askeri darbesi sonrasında Türkiye’den Almanya’ya 125 bin siyasi sığınmacının gittiği tahmin ediliyor. Sığınmacıların büyük bölümü solcu olmakla birlikte aralarında ülkücüler ya da dönemin Milli Görüş Teşkilatı’na mensup olanlar da vardı. Gerçekte cunta yıllarında Türkiye’de politik gerekçelerle soruşturmaya tabi tutulan hemen herkes için Avrupa ülkeleri, özellikle de Almanya ilk seçenek durumuna gelmişti.
Bu siyasi göç, Türkiye ile Almanya arasındaki göç olgusu ve göçmen sosyolojisi üzerinde kalıcı ve derin izler bıraktı. Bu göç dalgası ile Almanya’daki Türkiyeli göçmen topluluğu da hızla politikleşti. O güne dek ağırlıklı olarak sendikalarda örgütlenmiş olan Türkiyeli göçmenler başka örgütler kurdular. Kurulan derneklerin ve çıkartılan yayınların sayısı hızla arttı.
Tam o yıllar, özellikle Ruhr havzasında maden ve çelik sektöründe krizin yaşandığı yıllardı. Maden ocakları kapanıyor, demir-çelik fabrikaları üretimi ülke dışına kaydırıyordu. Bu fabrikaların ve ocakların kapatılmasına karşı büyük işçi eylemlerinin yapıldığı o dönemde, bu eylemlerin en önünde Türkiyeli göçmen işçilerin yer almış olması bu iklimin bir sonucudur.
Siyasi göçmenler, 12 Eylül Türkiye’sinde gerçekleşen anti-demokratik uygulamalara ve insan hakları ihlallerine karşı da güçlü bir mücadele içine girdiler. Almanya kamuoyunda bu konuda güçlü bir farkındalık oluşturabilmek için çaba harcadılar. Türkiye’deki siyasi davaların takipçisi oldular. Türkiye ile derin ve güçlü bir dayanışma köprüsü kurdular.
Siyasi göçmenler, soğuk savaşın bu sert yıllarında Barış Hareketi içinde de aktif rol oynadılar.
1960 yılında Samsun’da başlayan yaşamı henüz 23 yaşında Batı Berlin’de sona eren Cemal Kemal Altun, 12 Eylül faşist cuntası döneminde Almanya’ya göç etmiş siyasi mültecilerin hazin sembollerinden biridir. Sığınma talebi reddedilen ve Türkiye’ye iade edilmek üzere Berlin’de tutuklanan Cemal Kemal Altun, davasının görülmekte olduğu mahkeme binasının altıncı katından atlayarak yaşamına son verdi. Bugün anısı Hamburg’un Altona semtindeki Kemal Altun Platz’da yaşatılıyor. Her yıl ölüm yıldönümünde burada kitlesel anma etkinlikleri düzenleniyor.
Onun intiharı, Almanya’da büyük infial yarattı. Göçmenlerin sorunları hem siyasetin hem de sivil toplumun en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Siyasi partiler kapılarını göçmenlere açmaya başladılar. Sosyal uyum ve entegrasyon çalışmaları hız kazandı. Türkiyeli göçmen topluluğu, sorunlarını daha yüksek sesle dile getiren ve çözüm için siyasal ve toplumsal yaşamda daha aktif arayışlar içine giren bir hüviyete bürünmeye başladı.
12 Eylül 1980 darbesinin ardından Almanya’ya göç eden siyasi mülteciler, göç tarihinin çok özgün ve önemli bir cüzünü oluşturuyor. Onlar hem Türkiyeli göçmen toplumu üzerinde hem de genel olarak Almanya toplumunda beklenenin çok ötesinde derin izler bıraktılar, büyük etki yarattılar. Bugünkü çok-kültürlü sosyolojinin açığa çıkmasında hem bir katalizör hem de bir köprü işlevi üstlendiler.
Dönemin siyasi mültecileri üzerine şarkılar yapıldı, filmler çekildi, kitaplar yazıldı, araştırma metinleri kaleme alındı. Ama açığa çıkartılan henüz buzdağının su üstünde kalan kısmıdır. Göç tarihinin bu çok özgün ve yarattığı sonuçlar açısından da son derece önemli dönemi hala hak ettiği biçimde incelenmeyi, anlatılmayı ve ayrıntıları ile gün yüzüne çıkartılmayı bekliyor.
Türkiye-Almanya Göçleri Müzemizi ziyaret etmek için;
https://turkishgermanmigrations.org