Bugün Berlin hafıza ve hatırlama alanları konusunda örnek gösterilen bir yer haline gelmiş durumda. Ancak bu hafıza ve hatırlama mekanlarının oluşturulması hiç de kolay olmamış. Özellikle de faillerin alanı olarak bilinen yerlerde oluşturulan hafıza ve hatırlama mekanlarının bugünkü hallerine gelmesi uzun yıllar süren sessizlik ve politik mücadelelerden sonra gerçekleşebilmiş. Fail alanı üzerine kurulmuş olan Terörün Topoğrafyası’nın kuruluş hikayesi bunun en iyi örneklerinden birisi.
Bugün Terörün Topoğrafyası olarak bilinen alan Prinz Albrecht Caddesi’nin geçtiği ve üzerinde gösterişli binalar bulunan bir bölgeyken, Naziler 1920’lerde buradaki otellerde parti toplantıları yapmaya başlamışlar. 1933’te iktidara gelmelerinden sonra ise SS, Gestapo, SD ve RSHA gibi en önemli terör kurumlarının genel merkezlerini bu alandaki binalarda toplamaya başlamışlar. Yani burası 30’lar ve 40’lardaki Nazi terörünün yönetildiği ve koordine edildiği alan. 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, buradaki binalar müttefik bombardımanı ile harabeye dönmüş. 1950’lerde ise Nazi geçmişi hatırlanmak istemezken, Nazi geçmişi ile ilintili binaların bombardımanlardan arta kalan kısımları da yıktırılmış. Aynı şekilde buradaki harabeler de havaya uçurulmuş ve burası atık hafriyat alanı ve araba test sürüş yeri olarak kullanılmaya başlamış. 60’larda Nazi yargılamalarının medyada yer almasıyla birlikte Almanya’da bir ölçüde geçmişle yüzleşilmeye başlanmış. Ancak 1980’lere kadar buranın tarihi hala geniş çevrelerce bilinmiyormuş. 1980’lerde bu alanın hatırlama ve hafıza merkezine dönüştürülmesi için vatandaşlar tarafından politik kanallardan girişimde bulunulmuş. Ancak bu girişimler sonuçsuz kalmış. Bunu protesto etmek için 1985 yılında, aralarında Gestapo tarafından işkence görenlerin de bulunduğu bir tarih atölyesi grubu ‘’burada çim bitmemeli ve yara açık kalmalı’’ diyerek ‘Haydi Kazalım’ sloganı ile burada protest kazı çalışmalarına başlamış. 1987’de ise burada bu alanın karanlık geçmişi üzerine ilk kez sergi düzenlenmiş. Bugün bu alan üzerinde yer alan Terörün Topoğrafyası hafıza mekanı ise uzun uğraşlar sonucu 2010’da bugünkü hali ile açılabilmiş.
Terörün Topoğrafyası alanında, şu an üzerinde herhangi bir yapı olmayan dış mekandaki bazı yerlerde daha önce orada bulunan Nazi kurumlarının eski fotoğraflarını gösteren ve binaların hikayelerini anlatan yazı panoları mevcut. Şu an yerinde yeller esen bazı binaların temelleri ise kazılar sayesinde ortaya çıkarılabilmiş. İç mekanda yer alan kalıcı sergide ise Gestapo ve SS gibi Üçüncü Reich kurumları ve bunların Avrupa’da işlediği suçlar ve hedef aldığı tüm kurbanlar anlatılıyor.
Kalıcı sergi, Naziler’in iktidara gelmesi ile başlıyor ve ilk bölümde Naziler’in iktidara gelişi ve zulümlerini adım adım nasıl artırdıkları anlatılıyor. Bunun yanında popülist politikalar ve ekonomik iyileşmerle halkın desteğini ve onayını nasıl kazandıklarından bahsediliyor. Serginin ikinci bölümünde terörün kurumları ve araçları anlatılmış. Bu bölümde de bu kurumların işledikleri suçlar ve kullandıkları araçlar; belgeleriyle ve fotoğraflarıyla birlikte kronolojik olarak anlatılmış. Aynı zamanda bu kısımda, bu kurumların yöneticilerinin kısa biyografileri ve ideolojik adanmışlıklarını gösteren sözleri de yer alıyor. Yani bu faillerin toplumun marjininden gelen sadist psikopatlar değil de orta sınıftan gelen ve kendilerini yaptıklarına ideolojik olarak adamış insanlar oldukları belirtiliyor.
Üçüncü ve dördüncü bölümlerde, belgeleriyle ve fotoğraflarıyla birlikte Nazi terör kurumlarının Üçüncü Reich ve işgal edilmiş Avrupa ülkelerinde işledikleri suçlar ve hedef aldığı tüm kurbanlar anlatılıyor. Beşinci bölümde ise savaşın sonu ve faillerin yargılanması var. Failler, genellikle kendilerinin emir kulu olduğunu ve sadece verilen emirleri yerine getirdiklerini ve bunları da baskı altında yaptıklarını söyleyerek kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Asıl suçlunun emirleri veren Hitler ve Himmler olduğunu iddia ediyorlar. Ancak bu argümanların geçerli olamayacağı vurgulanıyor. Çünkü bu suçları işlerken vicdanlarına sormuyorlar ve de bu suçları işleyebilecek cesareti kendilerinde bulabiliyorlar. Buna ek olarak, ideolojik adanmışlıklarını gösteren kendi konuşmaları veya bağlı bulundukları kurumun başındaki kişilerin konuşmaları da ek delil olarak gösteriliyor.
Sergide, Nazi suçlarının uzak bir geçmişte bir grup asosyal sadist tarafından kapalı kapılar ardında işlenen suçlar olmadığı ve Primo Levi’nin de söylediği gibi ‘ Yaşandı. Bu yüzden tekrar yaşanabilir.’’ vurgusu var. Ziyaretçiler, aşırı sağ partilerin kitlelere cazip gelebilen popülist söylemlerine karşı uyarılıyor, ve Gestapo gibi terör kurumlarının ancak halkın işbirliği veya sessizliği sayesinde bu kadar işlevsellik kazanabileceği vurgulanıyor. Evet, Holokost kapalı kapılar ardında, gözlerden uzak toplama kamplarında yaşandı. Ancak, daha öncesinde, başta Yahudiler olmak üzere tüm hedef alınan gruplar; topluluk önünde aşağılandı ve gözler önünde bu kamplara sürüldü.
Son olarak, kalıcı serginin başında ve sonunda Berlin’in ve bu kurumların yer aldığı Prinz Albert Caddesi’nin de içinde bulunduğu alanın havadan çekilmiş ve harabeye dönmüş halini gösteren büyük birer fotoğrafı yer alıyor. Adeta ‘’zulm ile abad olanın sonu berbad olur’’ dercesine.