Amerika’nın vitrini olarak görülen “National Mall”ın son iki müzesinin bir tanesi Amerikan yerlilerine ait diğeri ise Afrikalı Amerikalılara. Bu iki müze karşılıklı köşelerde konumlarıyla bu büyük kamusal mekanı yani Amerika’nın vitrinini hem mekânsal hem kimliksel olarak tanımlıyor.
Amerikan yerli müzesi dalgalı şekli, yumuşak hatlarıyla çevredeki federal binalardan ayrılırken, Afrikalı-Amerikalı müzesi koyu bronz demir elemanlarla süslenmiş cephesiyle etraftaki mermer binalara kafa tutuyor.
İkisinin de bu vitrine sonradan davet edildiğini hemen anlayabilirsiniz. Bu yıllarca yok sayılmış iki topluluğun sonradan dahil oldukları Amerikan vitrinini tanımladıkları gibi, Amerikan devlet tarihini de tanımlamaları Yunan trajedyalarındaki sembolizmlere atıf gibi adeta.
Tarihin çelişkilerini kabullenip, bu yaklaşımla geçmişle yüzleşmenin öneminin farkında olan yeni bir tarihselcilik anlayışıyla Amerika’nın vitrininde varolmaya çalışıyor bu iki müze. Siyah miras ayı olan Şubat’ta Amerikan Yerlileri Müzesinde “Finding Common Ground” –Ortak Zemini bulmak “ isimli bir sempozyum gerçekleşti.
“Finding Common Ground” sempozyumunun tanıtım kitapçığında program şöyle anlatılıyor.
Ulusal Amerikan Yerlileri müzesi ve Ulusal Afrikalı Amerikalı Tarih ve Kültür Amerikan tarihini yeniden ele alıyor. Farklı hakların kesişim noktaları üzerine nasıl konuşuruz? Paylaşılmış tarihlerden nasıl bahsederiz?
NPR’ın All Things Considered programının sunucusu Michel Martin’ın kolaylaştırıcılığında gerçekleşen program, Afrikalı Amerikalıların ve Amerikan yerlilerin karışık ve bazen endişe verici tarihine ve bu içiçe geçmiş hikayelerin Amerikan kimliğinin nasıl önemli bir parçası haline geldiğine odaklanacak. Konuşmacılar Afrikalı Amerikalıların ve Amerikan yerlilerinin tarihsel ve güncel olarak birbirlerinin hareketlerini nasıl desteklediklerini araştıracak. Toplu eylemler, işbirliği, çatışma, barınma, zulüm ve direniş yoluyla şekillendirilmiştir. Ortak bir zeminin bulunması her zaman kolay değildir, ancak Amerikan demokrasisinin gerçekleştirilmesinde yaşamsal bir zorunluluktur.
Afrikalı Amerikalı Tarih ve Kültür müzesinin direktörü Lonnie Bunch , Amerika Yerlileri müzesi direktörü Kevin Gover, Yerli müzesinin çok iyi eleştiriler alan “Americans” sergisinin küratörü Paul Chaat Smith ve tarihte Amerikan yerlileri ve Afrikalı Amerikalıların karşılaştığı baskıları çalışan professor Tiya Miles Amerikan tarihinde yerlilerin ve Afrikalı Amerikalıların birliktelikleri, ayrılıkları ve tarihin çelişkilerini tartıştı sempozyumda.
Öteki oldukları için yıllarca ehlileştirilmeye çalışan iki halk aynı sistematik şiddetle karşı karşıya kalmış bakıldığında. Bunlardan en önemlileri Yatılı Okul Sistemi olarak adlandırılan eğitim sistemi. Kültürel olarak Amerikan yerlisi ya da Afrikalı Amerikalı olarak büyümeleri istenmeyen iki topluluk da ailelerinden kopartılıp yatılı okullarda medenileştirmek adına beyaz bir Amerikalı gibi yaşamayı öğrenmek zorunda kalmış. İlk başta Afrikalı Amerikalı okulları ayrı Amerikan yerlileri okulları ayrıyken, iki topluluğu birbirlerine karşı da yarıştırarak –ama her zaman beyaz Amerikalıların üstün olduğu gerçeği öğretilerek- tek bir okulda toplamanın ekonomik olarak da yarar sağlayacağı düşünülmüş. Panelde anlatılan bir örnekte, okulda öğretmenlerin Afrikalı Amerikalıların yanında Amerikan yerlilerine tembel, Amerikan yerlilerinin yanında Afrikalı Amerikalıların düşünce kapasitesinin çok düşük olduğundan dem vurulduğunu görüyoruz.
İki topluluğun da yıllar boyunca karşılaştıkları baskının aslında savaş kapitalizminin ürünü olduğuna dikkat çekildi. Büyük travmalarla yüzleşirken bu süreçlerin nelerin nedeni ya da sonucu olduğunun öneminin ve bu nedenleri araştırmanın hayati olduğunun anlatıldığı panelde, yeni kurulan genç Amerika devletinin savaş kapitalizmiyle entegrasyonu nedeniyle ihtiyaç duydukları iki ana temelin, iki ulusa yüz yıllardır uygulanan baskının kaynağı olduğu fikri ortaya atıldı.
Profesor Miles‘e göre; Savaş kapitalizminin ihtiyaç duyduğu iki şey vardı genç Amerika’da: Birincisi yeni yayılmacı politika için toprak, ikincisi ise emekçiler. Bu iki ihtiyaç üzerine yeni bir dünya düzeni kuruluyordu. Amerikan yerlilerinin toprakları alınırken, Afrikalı Amerikalılar bu topraklarda köle olarak çalıştırılarak yeni Amerika’nın ekonomi-politiğinin en önemli çarkı olacaktı. Müzede yer alan “Americans” sergisinde de yerlilerin topraklarının elinden alınması benzer bir senaryo olarak yansıtmıştı. Büyük yerli göçü “Trail of Tears” sivil savaşın ve köleliğin sistematikleşmesinin bir ön operasyonuydu sadece.
Tarihin birçok zulmünde bu topluluğun yan yana olduğunu görmek mümkün. Ama bu yan yanalık nasıl şekilde gerçekleştirilmiş bunu incelemek gerekiyor. Bu tarihle büyümemiş ve yeni öğrenen biri için ben de şu soru işareti hep vardı; Amerikan tarihinde nasıl Afrikalı- Amerikalılar bu baskılara karşı bir araya gelmemişti. Güçlerini birleştirip nasıl bu baskılara karşı çıkmamışlardı? Ya da bırakın tarihi, ırkçılığın gün be gün yükseldiği Amerika’da nasıl beraber saf tutmuyorlardı? Americans sergisinin küratörü Paul Chaat Smith, kafamdaki bu düşüncelerle adeta dalga geçercesine; “Bu beraber ortak zeminde mücadele edeceğimiz yönündeki düşüncenin beyaz liberal fantazisi olduğunu kabul etmemiz gerek” dedi. Yıllar boyunca Trail of Tears’da kölelerin olduğu gerçeğiyle tam yüzleşilmediğinden, iki topluluğun beraber mücadele etmesi için daha çok çalışılması gerektiğinin altını çizdi.
Trail of Tears’ı daha önceki yazımda biraz anlatmaya çalışmıştım. Bu panelde Trail of Tears’ın çok da gün yüzüne çıkmayan bir tarafıyla karşılaştım. Beş büyük medeni kabilelerden biri olarak bilinen Cherooke’lerin köleleri vardı. Evet. Trail of Tears’ı Cherokee’ler köleleri ile beraber yürümüştü. Afrikalı Amerikalılar bu büyük travmada bir de hizmetli olarak yer almak zorunda kalmışlardı. Tarihle ve travmalarla yüzleşmenin tek yolunun da tarihi süslemeden, çarpıtmadan tüm çelişkileriyle resmedilmesi gerektiğini söyledi müze direktörleri.
Kölelikle ilgili olarak baktığınızda Amerikan yerlilerinin bir kısmı gerçekten on dokuzuncu yüzyılda köle sahipleriymiş. Özellikle kapitalizmle entegre olmaya çalışan medeni kabileleri bunu ekonomik bir sistem olarak da görüyormuş. Bunu Kabul edip, yeni ortaklığı bu gerçekliklerle yüzleştikten sona kurmamız gerektiğini belirtti NMAI direktörü Kevin Gover. “Bunun için özür dilenmesi gerekiyorsa ben özür dilemeye hazırım” dedi.
Panelden en çok aklımda kalan cümle şu; “Tarihin çelişkilerini ve dolambaçlı yollarını Kabul etmemiz gerekiyor “. Müzeler olarak mücadele ortaklığına herhangi bir katkımız olacaksa, hem kendimiz hem de ziyaretçilerimizin farklı düşünce biçimlerini keşfetmelerine yardımcı olabiliriz sadece dedi Kevin Gover. Cevapların değil soruların peşindeyiz. Tarih kitaplarından aynı paragraflarla yazılmış kurgulanmış bir tarihin arkasında gerçekte olanları anlamaya çalışan birisi için bu yaklaşım beni çok etkiledi.
Amerika’nın vitrinini iki ucundan tutan ve şekillendiren, Amerika’nın kurgulanmış tarih anlatısının içinde bir açık alan bulmaya çalışan bu iki müzenin yazılı tarihe yeni bir bakış yaratma çalışmaları da aslında ortak bir mücadele. Bu vitrinde olmaları bile yılların mücadelesinin bir ürünü. Bu şansı yakalamışlarken bir şeyleri değiştirmek için tüm araçları kullanmaya hazırlar. Bir sonraki ortak tartışma “Maskotlar, Mitler, Anıtlar ve Hafıza” adında gerçekleşiyor. Kölelik yanlısı Konfederasyon anıtlarının tartışılacağı programda iki müze Amerikan kimlik tanımındaki yerlerini tekrar beraber sorguluyorlar. İki müze hem tarihe hem günümüze bakış açısını değiştirip farklı bakış açılarını beslemek için gerçekten çabalıyor. Bunu sadece binalarına bakarak bile görmek mümkün. Ortak mücadele bazen bir araya gelip geçmişe beraber bakmak belki de.