Hafıza mekânlarını incelemek için geldiğim National Museum of American Indian’da kendimi tahmin ettiğimden çok farklı çalışmaların içinde buldum. Bu yazıda size bir tiyatro oyununu anlatacağım. Evet, tiyatro oyunu. “Bunun müzeyle ne alakası var” diyebilirsiniz ya da “hafıza mekânları ile ilişkisi nedir” diye sorabilirsiniz.
NMAI, yerlilere karşı farkındalık yaratmak için farklı alanları ve yöntemleri deneyen bir müze. Eğitim çalışmaları en önem verdikleri alanlardan biri. Hatta eğitim çalışmaları 4. Müze olarak geçiyor programlarında. Washington’daki müze, New York’taki müze, Koleksiyon ve Araştırma Merkezlerinin yanında eğitim çalışmalarını bir dördüncü mekân olarak tanımlıyorlar.
Yıllar önce Mimarlar Odası’nda öğrencilerle yaptığımız bir atölye çalışmasının konusu “Özgürlük mekânlarıydı”. Atölyece mekânın özgürlük tanımının karşılığından daha çok özgürleşme alanları olabileceğine karar vermiştik. Mekânı tanımlayan şey içinde geçen eylemdi bizim düşüncemize göre. Atölyemizden çıkan sonuç her mekânın özgürleşme mekânına dönüşme potansiyeliydi. Hafıza mekânı diye adlandırdıklarımız tanımları nedeniyle mi hafıza mekânı yoksa içinde geçen eylemlilikten ötürü mü hafıza/hatırlama mekânlarına dönüşüyor sormak isterim. Hafıza mekânı dediğimiz sadece kurgulanmış, programlanmış müzeler midir yoksa tarihi okuyabileceğimiz, geçmişle yüzleşebileceğimiz sokaklar, evler, yollar binalar da hafıza mekânı sayılabilir mi?
Yazının konusuna gelirsek: Bir tiyatro iki saatliğine hafıza mekânına dönüşebilir mi?
National Museum of American Indian’in dördüncü müze çalışmalarının bir parçası da okullara, öğretmenlere danışmanlık ve eğitim materyalleri sağlayarak Amerikan eğitim sisteminin bir parçası olmayan yerli tarihi eğitim programlarına dâhil etmeye çalışmak. Bu çalışmaların bir parçası olarak Washington’ ın en önemli tiyatrolarından biri olan Arena Stage’de Ocak 2018 tarihinden itibaren sahne alan ‘Sovereignty’ (Özerklik) oyununa danışmanlık sağlıyor. Oyunun hafta içi 12.00 de gerçekleşen öğlen seanslarına okullara özel gösterim ayarlanırken, gösterimden önce öğrencilerle 20 dakikalık atölye çalışmaları ile ırkçı ve ayrımcı davranışlardan uzak durmak için nelere dikkat edilmeli gibi konulara dikkat çekiliyor. Bu atölye çalışmalarında oyunda referans verilen Amerikan yerlileri ve Amerikan hükümeti arasında gerçekleşmiş olan anlaşmalar ve ilişkilerin arka planı öğrencilere anlatılıyor. Örneğin yapılan çalışmalardan birinde öğrencilerin seçim yapmaları isteniyor: Hükümet size bir kâğıt yollayıp para vereceğini söylerse evinizi terk edip ülkenin bir ucuna gider misiniz, yoksa bu duruma direnir misiniz? Direnmeniz halinde hangi yolları izlersiniz?
Sovereignty oyunu, Cherokee ulusundan olan avukat ve yazar Mary Kahtryn Nagle tarafından yazılmış. 1830’lar ve yakın gelecekte geçen oyun iki ana konuya odaklanıyor. 1830’larda gecen bölümü dönemin Amerikan başkanı Andrew Jackson ile oyun yazarının büyük dedesi olan John Ridge arasında geçen Cherokee halklarının yerinden edilme projesini anlatıyor. Yerliler tarafından tarihlerinin en büyük trajedileri olarak anılan ‘Trail of Tears’( Gözyaşlarının İzi) ın nasıl gerçekleştiğini gösteriyor bize. Amerikan devleti ile daha önce yaptıkları anlaşmalarla özerkliklerini kazanan Cherokee halkının, batılı yerleşimcilere hukukla direnmeye çalışması, ilk kez Supreme Court’ta Amerikan devletine karşı kendi yasalarının geçerliliğini ispatlamalarını izliyorsunuz. Söz konusu dava 1832’de Cherokee özerk bölgesinde bulundukları için tutuklanan iki misyonerin haklarını kendi bölgelerinde kendi yasalarının meşruiyetini kanıtlayan John Ridge ve John Ross’un ilk kez Amerikan yasalarına karşı yerel yasaların haklılığının kanıtlanmasıyla sonuçlanıyor.
Bu yasal zaferin yerlilere özgürlük getireceğine inanan başkan Andrew Jackson bu kararı uygulamazken, Cherokee’lerin batılı yerleşimcilere topraklarını bırakması için Ridge ve Ross’u bir anlaşma imzalamaya zorluyor. Cherokee’lere iki seçenek sunuyor Amerikan başkanı; ya topraklarını terk edip kendilerine ayrılan bölgelere gidip özerkliklerini koruyacaklar, ya da kalıp ölmeye hazır olacaklar. Bu anlaşmanın sonunda ayrılmaya karar veren Cherokee’ler yerli tarihinin en büyük travmalarından birini yaşıyor. On altı bin yerlinin yüz yirmi bin millik bir yolda sürgüne zorlandığı Trail of Tears( Gözyaşlarının İzi) olarak anılan zorunlu göçte dört binden fazla Amerikan yerlisi hayatını kaybediyor. Trail of Tears müzede yeni açılan Americans sergisinde de anlatılıyor. Trail of Tears’i farklı bir biçimde ele alan sergide bu zorunlu göçün daha sonra büyük pamuk krallığı olarak anılan tarım zenginliğine ve ona bağlı olarak köleliğin yayılmasına neden olduğunun altı çiziliyor. Daha önceki yazımda bahsettiğim beraber çalıştığım Jimmy, sergiyi gezerken ‘Trail of Tears’ bölümüne giremeyeceğini söylemişti bana. Sadece başlığı görmesi gözyaşlarının akmasına yetmişti. Americans sergisinde bu sürgünün belgesi olan yasanın incelendiği özel bir bölüm var.
Müzenin eğitim çalışmalarının bir parçası olarak okullara ve öğrencilere sağladığı Native Knowledge 360 programında konuyu anlatan videoyu bu adresten izleyebilirsiniz: http://nmai.si.edu/nk360/resources/American-Indian-Removal-Video.cshtml
Yerlileri Yerinden Etme Kanunu günümüzde bile Amerika tarihinin en cüretkâr ve nefes kesici kanunlarından biri olmaya devam etmektedir. 1830’da yürürlüğe geçen kanun, Amerika’yı yerlilerin olmadığı bir ülke olarak hayal etti. Kanun, ülke sınırları içinde yaşayanların ayrılmasını önermişti. Yerlilere bir ödeme yapılacak ve Mississippi’nin batısındaki yeni topraklar verilecekti. Bu kanunun bir sonucu 1838-39’da Gözyaşlarının İzi olarak bilinen 16.000 Cherokee’nin zorunlu göçü oldu. Amerikalılar kendilerini bu göçün Amerikan ekonomisi ve hatta yerliler için iyi olacağına ikna etmişlerdi. Teoride, Yerinden etme yasası Amerika sınırı içinde kalan bütün yerlileri kapsamaktaydıAncak gerçekte güneyde verimli topraklara sahip birkaç yerli ulusa odaklanmıştı: Choctaw, Cherokee, Seminole, Chickasaw ve Muscogee. Bu uluslara Beş Medeni Kabile deniliyordu çünkü hayatları beyaz komşularından çok da farklı değildi. Tarımla uğraşıyor, işlerini yürütüyor ve gazete basıyorlardı. Sadece en zenginleri köle sahipleriydi ve çoğunlukla bu elit kesim ayrıca politik liderlerdi.Yerlilerin Amerika’nın güneyinden çıkarılması bir anda, kısaca veya gizlice olmadı. Yasa on yıllar önce başlayan ulusal bir tartışmanın sonucuydu. Başkan Andrew Jackson’ın başını çektiği bir grup yerli ulusları ekonomik büyümeye engel ve ulusal güvenliğe bir tehdit olarak görüyordu. Yerli liderlerinde arasında olduğu karşı çıkanlar ise bu yasanın demokratik değerlere aykırı olduğunu savundular. En sonunda yerinden edilme yeni ulusu ahlaki bir testle yüzleştirdi. Amerika Birleşik Devletleri ideallerine sadık kalabilir miydi? Güneye refah getirirken Amerikan yerlilerine adalet ve saygıyla yaklaşabilir miydi? Ulus iki amacını da gerçekleştirmeye çalıştı. Sadece birinde başarılı olabildi. Bugün yerinden edilmeyi bir trajedi olarak hatırlıyoruz. Yeterince doğru Ama aynı zamanda büyük çaplı, ülke çapında bir dönüşümün bir parçasıydı. Yasa, zenginlik yaratma açısından muhteşem bir başarıydı. Amerikanın Güneyi Pamuk Krallığı olurken Birleşik Devletler de küresel bir ekonomik güç merkezi oldu. Bir süre sonra Mississippi ve Alabama, diğer eyaletlerden daha fazla milyonerlere ev sahipliği yapıyordu. Bu zenginlik daha sonra İç Savaşa neden olacak olan milyonlarca kişinin köleleştirilmesi eylemi sonucu elde edilmişti. Yerinden edilme yerliler için vahşet ve felaket doluydu. Zayıf planlama, beceriksizlik, kötü hava koşulları ve öngörülemeyen koşullar, olağandışı acılara katkıda bulundu. Yaklaşık 68.000 yerli güneydoğudaki kendi evlerinden ve topraklarından sürüldüler. Oklahoma’yı yeniden inşa etmelerinden sonra bile, yerli uluslar kendi özyönetim haklarına yönelik yıkıcı saldırılara maruz kaldılar. Tüm baskılarına karşı bugün hala ayaktalar.
Serginin dijital versiyonunu bu adresten inceleyebilirsiniz: https://nmai.si.edu/americans/#stories/the-removal-act
YERLİ KADINLARA KARŞI ŞİDDET
Sovereignty’de ele alınan başka bir konu ise, günümüzdeki yerli bölgelerde kadına uygulanan şiddet. Oyunda bu konunun ele alındığını öğrenmek benim için oldukça ilgi çekiciydi. Müzeye adım attığımdan beri en büyük eksiğinin yerlilerin güncel durumu ile ilgili yeterince bilgi paylaşmaması olduğunu düşündüğümü daha önce de yazmıştım. Müzede Pocahontas’tan Gözyaşlarının İzi gibi tarihsel birçok figür ve olaya ilişkin derinlikli bilgi bulabilirken, yerli yerleşimlerindeki güncel durum, yerlilerin ekonomik durumları ya da gündelik yaşamlarına dair herhangi bir şeyle karşılaşmak oldukça güç.
Sovereignty oyunu bir nevi yasaların ne demek olduğunu izleyicilere çevirerek hem tarihi hem de güncel gerçeklikle ilgili bilgi veriyor. Oyun sayesinde öğreniyoruz ki Amerikan yasalarının, özerk yasalardan üstün görülmesi nedeniyle, yerli bölgelerde suç işleyen Amerikalılar 2013’te çıkarılan bir kanuna kadar 1978 yılından beri özerk mahkemelerce yargılanamıyorlar. Bunun pratikteki karşılığı şu: Yerli halkların kadınları istatistiki olarak Amerika’da en fazla tecavüze uğrayan ve şiddet gören topluluk. Yerli yerleşimlerinde yerli olmayanlara on yıllarca herhangi bir tutuklama ya da ceza sistemi uygulanamıyor.
Oyun yazarı Mary Kathryn Nagle bir avukat olarak uzun süre yerli kadınların taciz ve şiddet davaları üzerinde çalışmış. Bu çalışmalarının bir parçası olarak hazırlığının bir parçası olduğu Kadınlara karşı Şiddet Yetkilendirme Yasası (VAWA) 2013’te dönemin başkanı Obama tarafından imzalandığında orada olduğunu oyundaki avukat Kadın karakterin ağzından anlatıyor. Bu yasayla beraber 2013’ten itibaren yerli yerleşmelerinde kadınlara şiddet uygulayanlar yerli mahkemelerde yargılanabiliyor.
Konuyla ilgili bir habere bu adresten ulaşabilirsiniz: https://www.washingtonpost.com/politics/obama-signs-a-strengthened-violence-against-women-act/2013/03/07/e50d585e-8740-11e2-98a3-b3db6b9ac586_story.html?utm_term=.7dccc130f5fe
Bu oyun sayesinde çok fazla şey öğrendiğim kesin ama oyunu izlerken beni çok etkileyen başka bir şeye şahit oldum. Öğrencilerle beraber katıldığım gösterimde, öğrencilerin tepkilerini izlemek inanılmaz bir tecrübeydi. Bir saat önce atölyede öğrendikleri korkunç trajediyi engellemeye çalışırcasına uğraştılar oyun boyunca. Anlaşmayı imzalama sahnesinde yanımda oturan 15 yaşındaki bir çocuk sahneye doğru bağırdı’ Sakin imzalama!’. Arka taraftan başka bir öğrenci de uyardı sahnedekileri ‘ O başkana güvenmeyin, sözünü tutmayacak!”. Oyundan sonra oyun yazarının ve yerli kadın hakları savunucularının yer aldığı panelde öğrenciler yerli tarihi hakkında daha fazla nereden bilgi alabileceklerini soruyorlardı. Öğrencilere oyunda bahsedilen anlaşmanın bir kopyasının müzede sergilediğini söylediğimde öğretmenlerine dönüp müzeye ne zaman gidebileceklerini sorduklarına şahit oldum.
Oyunu beraber izlediğim yüzlerce öğrencinin yerli tarihinin bu parçasını uzun sure unutacağını zannetmiyorum. Ben de oyunda öğrendiklerimin yanında sunu da unutamayacağım; Washington’ın ortasındaki bir tiyatro iki saatliğine bir hafıza mekânına dönüştü.