Bir Anekdot
Araştırma görevlisi olarak çalıştığım Bilgi Üniversitesi’nde Kültür, İletişim ve Toplum isimli bir dersimiz var. Geçtiğimiz dönemlerin birinde hocalarımız toplumsal cinsiyet, güç ilişkileri, medya temsili konularının tartışılacağı hafta dersi benim yürütmemi istediler. Bu konularda çalışan ve düşünen biri olarak tereddütsüz kabul ettim. O gün derse toplumsal cinsiyet ve cinsel çeşitlilik ile ilgili önemli kavramları anlatmam konusunda yardımcı olacağına inandığım bir video ile başladım. Uluslararası Af Örgütü ve Hollanda Başkonsolosluğu’nun destekleriyle hazırlanan videoda bir grup trans aktivist “Cinsiyet kimliğinizi nasıl tanımlarsınız?” şeklindeki soruyu yanıtlıyordu.[1]
Sınıfı selamladıktan ve kısa bir giriş yaptıktan sonra videoyu açtım. Yaklaşık yedi dakikalık video bitmeden birkaç kişi kapıyı hızla çarparak sınıfı terk etti. Şok olmuştum. Bir taraftan ise öğrencilerin sağduyularını kırmak, sınıfı doğallığından çıkartmak ve provoke etmek hoşuma gitmişti. Hayatlarının bir zamanında sözünü ettiğim videoyu anımsayacaklarına adım gibi emindim. Böyle bir başlangıca rağmen ders çok olumlu geçti. Dersi bana geribildirimde bulunmak üzere takip eden Nazan Hoca ile dersten sonra ofisinde buluştuğumuzda yaşananları konuştuk. Kapıyı çarpıp çıkan öğrenciler evlerine gelen misafirlere karşı da nezaketsiz davranıyorlar mıydı? Onları bu agresifliğe iten ben miydim, videoda konuşan translar mı? Benim dışımda, sınıftaki arkadaşlarının ve bir hocanın varlığı bile onları sakin kılmaya neden yetmemişti? En önemlisi bu öğrencileri nasıl kazanabilirdik? Kazanmalı mıydık? Aksi takdirde toplumsal barışa ve diyaloğa nasıl katkı sağlardık?
Toplumsal cinsiyet ve cinsellik, göründüğünden daha fazla anlam taşımaktadır: “Şeytan ayrıntıda gizlidir”
Malumu ilam olacak ama cinsellik, Türkiye halkları dâhil dünyanın pek çok toplumunda tabu olarak kalan meselelerden biri. Birçok insan istese de cinsellikleri, cinsiyet kimlikleri, cinsel yönelimleri ile ilgili kolay kolay konuşamıyor. Zira onlar, ulu ortaya saçılamayacak kadar mahrem, kutsal… Bir de toplumların mensubu oldukları inançlardan sahiplendikleri kültürel ve ahlaki kodlara, tükettikleri popülist retorik araçlarından medya temsillerine kadar hayatın hemen her alanında cinsiyet kimliğini ve cinselliği düz, sınırlı bir çizgi üzerine oturtmaya çalışan ve cinsel değerler hiyerarşisini yeniden üreten mekanizmalar var, tabii. “Seks hiyerarşisi” kavramıyla kendisi sayesinde tanıştığım Gayle Rubin, Thinking Sex [Cinselliği Düşünmek] makalesinin sonuç bölümüne bakın şu cümlelerle başlıyor:
“Toplumsal cinsiyet gibi, cinsellik de politiktir. Bazı bireyleri ve aktiviteleri ödüllendiren ve teşvik eden, diğerlerini cezalandırıp bastıran iktidar sistemlerinin içine organize olmuştur. Kapitalizmin emek süreci/organizasyonu ve onun ödül ve güç dağıtımı gibi, modern cinsel sistem de ortaya çıktığı ve geliştiği günden beri politik mücadelenin konusudur. Fakat, eğer emek ve sermaye arasındaki uyuşmazlıklar gizleniyorsa cinsel çatışmalar tamamen kamufle ediliyor.”[2]
Peki, Rubin’in işaret ettiği “cinsel çatışmalar” size ne çağrıştırıyor? Böyle bir çatışmayı deneyimlemiş olabilir misiniz? Hiç kendinize cinsel kapasitenizi neden tek eşli heteroseksüel birliktelikler ile heteroseksüel bir evlilik içinde gerçekleşmesi beklenen üreme ile sınırlandırmanız gerektiğini sordunuz mu? Evlenmeden de aile kurmanın mümkün olabileceği düşüncesi size hiç uğradı mı, mesela? Daha az bildiğimiz, tanımadığımız, ayrıksı ama orada bir yerlerde pratik edilen, var olan cinselliklerin farkında mısınız? Eşcinselliği dışlayan sistemin heteroseksüelliği de sınırlı bir çizgide tutmaya çalıştığı düşüncesine katılıyor musunuz? Ne istediğinize ve kimi seveceğinize sizin dışınızda kim, kimler karar verebilir?
Şunu belirtmeliyim ki bugünlerde sorular, hayatın anlamını derinlemesine araştırmam, yaşadıklarımıza anlam bulmam konusunda beni harekete geçiren birer kışkırtıcılar. Tam da bu sebeple doğru ya da yanlış cevabı olmayan soruları sizlerle paylaşıyorum. Soru, soruyu açsın, sorularımız birbirini bulsun istiyorum. Hem kendimizi merkeze koyup yanıtları bulmaya çalıştığımızda, normalde yapmadığımızı yapıp mutat düşüncelerimizi sorguladığımızda başkalarının hayatlarını anlamanın (anlamasak da anlamaya çabalamanın) ve duyguları paylaşmanın daha kolay, olası hale geleceği inancındayım. Duygusal emeği kucaklar, duyguların ne yaptığını anlamayı yeğler, ruhumuzu besler, kendimizi cömertlik duruşunu benimseyen ve bu şekilde hareket eden insanlar olarak düşünebilirsek etrafımıza ve dünyaya daha çok değer verebiliriz. Hâl böyle olduğunda, hayatın her alanında farklılıklarımızı kutlamanın olasılığı da artar.
Benim için başta bahsettiğim video da öğrencilerin dünyaları dışında neler olup bittiğini öğrenmelerine ve onunla diyaloğa girmelerine neden olabileceğini düşündüğüm bir soruydu. Onlara kadın, erkek, ikisi, hiçbiri ya da başka cinsiyet kimlikleri dâhil olmak üzere, geniş yelpazedeki cinsiyet kimliği aidiyetlerini/beyanlarını göstermeye çalışmıştım. Kadın olmanın vajinaya, erkek olmanın penise sahip olmakla ilgilerinin olmadığını bilsinler istemiştim. Ayrıca onları, LGBT+ kişilere karşı nefret söylemini, şiddeti, sosyal düşmanlığı tetikleyen, erkeklerin erkek (adam gibi adam olmak), kadınların kadın gibi olması gerektiği fikrine dayanan ataerki anlayış konusunda uyarmaktı amacım. Bu yazı üzerine çalıştığım günlerde haberini aldığım, İstanbul’da evinin önünde katledilen trans kadın Esra Ateş’in hikâyesi karşı karşıya olduğumuz nefretin tezahür biçimlerinden sadece biri mesela. Tam da süregiden bu olumsuzluklardan dolayı ayrıntıda gizlenmiş ‘politik şeytan’ konusunda farkındalık yaratmayı ve bize değişim, dönüşümün kapısını açacak ‘barışçıl iletişimi’ teşvik etmeyi kendime –en azından akademide- görev sayıyorum. Nihayetinde Sara Ahmed’in dediği gibi güç ve hasımlık içeren aramızdaki farklılıklar, diyaloğu gerektiriyor. Tam da aynı dili konuşmadığımız için aramızda cereyan etmesi gereken bir diyalog.[3]
#PorUnMéxicoSinClósets (#GizlenmeyenBirMeksikaİçin)
Evde, okulda, sokakta, hemen her yerde diyaloğu mümkün kılmak, “LGBT+lar vardır!”, “Cinsel çeşitlilik vardır” demek için oldukça önemli. Gönüllülük çalışmalarıma devam ettiğim Meksiko’daki Hafıza ve Tolerans Müzesi, geçtiğimiz günlerde sonlanan LGBT+ üzerine geçici sergi ile tam olarak aynı şeyi yapmaya çalıştı. LGBT+ tarihinin köşe taşlarını ve cinsel çeşitliliğin kültürel önemini sunmak, müze için saygı, barışçıl biraradalık gibi kavramlara dikkat çekmesi bakımından önemliydi. Ayrıca bu temalara odaklanırken farklı kimliklerin koşul ve deneyimlerinin bütün çeşitlilikleri içinde ele alınmasının benim de benimsediğim bir yöntem olduğunu belirtmeliyim. Serginin eşcinsel evliliğe ayrılan bölümlerini fazla romantik bulsam da neden bu şekilde tasarlandığını anlayabiliyorum.
Sergide en çok sevdiğim şey, dijital medya kampanyasının etiketinden de anlayacağınız üzere insanların kimliklerini açıkça ifade edecekleri, yaşayacakları bir Meksika tahayyülünün sunulmasıydı. Bu bağlamda, LGBT+ların çevrelerine açıl(a)madıklarında içinden geçtikleri duygusal süreçleri göstermeye adanan küçük oda oldukça anlamlıydı. Gerçekten de sessizliği kırmak ve ortaya çıkmak, LGBT+lar için çoğu zaman “özgürleştirici” bir politik eylemlilik hali demek. Cinsel çeşitliliğin tezahürü olarak düşünülebilecek farklı açılma biçimleri, toplumun “genel ahlak” normlarına ve algısına meydan okuyor. Hayatta hepimizin farklı şekilde büyüdüğünün, evrildiğinin ve deneyimlerin birçok yönden farklılaştığını biliyorum. Açılma süreçleri de cinsel, dini, kültürel vb. kimlik kaynakları arasındaki karmaşık etkileşimin sonucu olan kişisel cinsellik deneyimleri ile büyük ölçüde ilişkili ve bazen oldukça sancılı. Ancak gerçek şu ki, LGBT+lar görünür olmaya devam ettiği sürece haklar ve özgürlükler konusunda hiçbir şey olduğu gibi kalmayacaktır. LGBT+lar birer birey olarak değer ve güçlerini bildikleri ve eşit ve özgür yaşama haklarının farkında oldukları sürece, bir şeyler daha iyiye gidecektir. En azından ben, buna inanmaya çalışıyorum.
Sergide, hayatta kalma ve hak kazanma mücadelesinin Meksika’daki LGBT+lar için yüzlerce yıl aldığını öğrendim. Burada LGBT+ hak savunuculuğu yapan aktivistlere göre, siyasi ve yasal kazanımlara rağmen hala gidecek uzun bir yol var. Örneğin, müzeye geçici sergideki bilgilerin ortaya çıkması sürecinde yardımcı olan dış partnerlerden “It Gets Better Mexico” isimli oluşumdan Alex, görüşmemizde Meksika’nın Brezilya ile birlikte Latin Amerika’da LGBT+lara karşı nefret suçlarının en çok işlendiği ülke olduğunu söyledi. İstatistiklerle sabit bu gerçeği duymak, Meksika’nın, sokaklarında insanların hemcinsleri ile el ele yürüdüğü, öpüştüğü, eşcinsel evlilik ile ilgili yasal düzenlemelerin olduğu (ve de pratik edildiği) bir ülke olduğunu düşündüğümde epey kafa karıştırıcıydı. Öyle ki Alex’in işaret ettiği türden olumsuzluklar, demokrasi kültürünün herkes tarafından içselleştirilen ve uygulanan bir olgu olmadığı gerçeğini ortaya koyuyor. İşte bu yüzden It Gets Better, ülke çapındaki okulları, üniversiteleri, şirketleri vb. kurumları cinsellik ve cinsiyete dayalı çeşitlilik konusunda daha kapsayıcı ve açık hale getirmek için çalışmalar yürütüyor. Alex’e göre, projelerinin en önemli amaçlarından biri insanları bir araya getirip “umudu” bir mesaj olarak ortaya koymak ve yaymak.
Dil Yarası
Malumunuz Meksika’ya binlerce kilometre öteden, bambaşka toplumsal dinamikleri olan bir coğrafyadan, farklı bir kültürün içinden çıkıp geldim. Ancak bu, burada duyduğum hikâyelerin bir parçasıymışım, sanki kendim yaşamışım gibi hissetmeme engel olmuyor. Bu ‘tanıdıklık’ hissi nedeniyle sözünü ettiğim sergiyi ziyaret ettikten sonra müzenin sınırlarını aşmaya karar verdim. Meksiko’nun gizli hikâyelerine tanıklık edeceğim, bir süredir irtibatta olduğum LGBT+ topluluğunun Latin Amerika’daki mücadele tarihi hakkında daha fazla bilgi edinebileceğim bir hafıza yürüyüşü veya benzeri bir şehir turu bulma arayışı içindeydim. Dışarıda keşfedecek çok şey olduğunu biliyordum. Şansım yaver gitti. Harika insanlarla (Alonso, Juan, Alfonso) ve onların Joti adını verdikleri turlarıyla yolum kesişti. Başkent Meksiko’daki LGBT+ tarihine ışık tutan tur, 2007’den beri ismini andığım kişilerin parçası olduğu “Archivos y Memorias Diversas” isimli sivil toplum örgütü tarafından yürütülüyor. Bu yürüyüş kapsamında bir sokakta eskiden öğrenci yurdu olarak kullanılan bir binada yaşanılanları dinlerken diğerinde bir heykelciğin, bir bankın tarihe düştüğü izlere şahitlik ettim. Meksiko’nun resmi/baskın tarih tarafından unutulmuş, gizlenmiş, susturulmuş veya görmezden gelinen ve çoğu kent sakini tarafından dahi bilinmeyen hikâyeleri ile karşılaştım. Başka bir deyişle, turist rehberlerinde okuyamayacağım çok katmanlı, çok çeşitli bir tarihle buluştum.
Joti ismi, İspanyolcada geyleri aşağılamak için kullanılan “Joto” kelimesinden geliyor. Bu sayede yürüyüşün kendisi, pejoratif bir kelimeyi devşirip kendine mal ederek onu bir bakıma sabote etmiş oluyor. Aslında, dil yarasını sahiplenerek cinsiyetçi dildeki anlamları kendi kullanımımız için altüst etme eylemlerine aşinayım. Türkiye’de eşcinselleri yermek, onlara saldırmak için kullanılan “ibne” kelimesinin politik alanda LGBT+ aktivistleri tarafından nasıl sahiplenildiğini hatırlayacaksınız. Türk Dil Kurumu sözlüğünde birinci anlamı “edilgin eş cinsel erkek, homoseksüel” olarak yer alan ibne kelimesinin ünlem halindeki anlamı ise “kızgınlıkla söylenen bir söz” olarak görünüyor.[4] “Velev ki ibneyiz!” ise Türkiye’deki LGBT+ların kızgınlıkla değil “gururla” kullandıkları olağanüstü yıkıcı politik bir slogan. Birbirinden olanca uzakta olan iki ülke insanlarının yaşanmışlıkları arasındaki bu ortaklıkları keşfetmek, bana şunu hatırlattı: Cinsiyeti uygulamak, ikili toplumsal cinsiyet sistemi, cinsiyetçi dil, cinsiyetçilik, cinsel baskı ve sömürü, günlük düşünce ve eylemlerimizin birer parçaları ve evet, onlar her yerdeler!
41’in Dansı
Yazının sonuna gelirken tur sırasında öğrendiğim bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Kasım 1901’de Meksiko polisi, ellerinde yasal hiçbir dayanak bulunmamasına rağmen bazılarının kadın kıyafetleri giymiş olduğu bir grup erkeğin danslı gece eğlencesine baskın düzenlemiş. Olay, hükümetin medyayı susturma çabası yüzünden bir skandala dönüşmüş çünkü baloya katılanlardan biri o dönemin görevdeki başkanı Porfirio Diaz’ın damadı Ignacio de la Toree imiş. Gözaltına alınanların listesi hiçbir zaman yayımlanmamış ancak kayıtlara 41 olarak geçmiş. Gel gelelim söylentilere göre, kaçmasına izin verilen Ignacio da dâhil edildiğinde toplam katılımcı sayısı 42 yapıyormuş. Juan’ın anlattığına göre içlerinde gey ve biseksüel erkeklerin yer aldığı bu gruptan görece varlıklı olanları kefalet parasını ödeyerek serbest kalmış. Daha şanssız olanları ise Meksika Körfezi’ne komşu Yucatán yarımadasına gönderilerek –büyük ihtimalle- Meksika ordusuna asker olarak alınmış. Öyle sanılıyor ki 1910 Meksika Devrimine kadar hayatlarının önemli bir bölümünü askerlik hizmetinde bulunarak geçirmişler.
Meksika’da 41 sayısı, uzun yıllar eşcinsellik ile bağdaştırılmış ve insanlar tarafından çekinerek kullanılmış. Anladığım kadarıyla 41, bir anlamda toplumun “uğursuz” sayısı bir anlamda da dönemin popüler kültür aracı halini almış. 41.yaş gününü kutlayan erkekler bunu apaçık söylemezlermiş çünkü 41’ine basan eşcinsel olurmuş! Çocuklar şu saymalı oyunlarda malum sayıyı “pas” diyerek geçer, direkt 42’ye atlarmış. O günlerde otellerde numarası 41 olan bir odaya rastlanmazmış. Kulağa şehir efsanesi gibi gelen bu detayların geçmişte yaşananları biraz daha billurlaştığını söylemek yanlış olmaz.
41 kişinin dansı, Meksika medyasında eşcinsel kimliğin ilk kez görünür olduğu, konuşulduğu, tartışıldığı olay olarak tarihe geçmiş. Bugünlerde 41’in dansının Meksikalı gençler için eşcinsel varoluşlarını gerçekleştirme, kimliklerini oluşturma, kültürlerini görünür kılma ve politikleşmeleri konusunda bir kırılma anı olduğuna inanılıyor. 41’in anısı, aşağıda gördüğünüz anıtla tipik bir Meksika pazar yerinin içinde yaşatılmaya çalışılıyor. Umarım sonsuza kadar da yaşatılır, hatırlanır.
Dipnotlar:
[1] Video için bk. https://www.youtube.com/watch?v=YvgtDUsjEc0
[2] Gayle Rubin, Thinking Sex: Notes for a Radical Theory of the Politics of Sexuality. R. Parker & P. Aggleton (Ed.), Culture, Society and Sexuality: A Reader, Routledge, 2. Baskı, Oxfordshire 2007.
[3] Sara Ahmed, This Other and Other Others, Economy and Society, 31(4), 2002, s. 570.
[4] Bk. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5b905e9df30bf8.52514326