Hatıla! projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları programını DVV International’ın Türkiye temsilcisi ve stratejik partneri olarak yürütüyoruz.
Programda 2017-2019 yıllarında kolektif hafıza, hatırlama, unutma ve yüzleşme konularına ilgili ve eleştirel yaklaşımı olanların, hafıza ve vicdan mekânlarının demokratikleşmeye katkıda bulunabileceğine inananların, dünyadaki deneyimlerden yararlanmalarını, bilgi ve deneyim değişimi yapmalarını ve bu deneyimi Türkiye için işlevselleştirmelerini amacıyla onlarca gönüllümüz dünyanın dört bir yanındaki hafıza ve vicdan mekanlarında 30-60 gün geçirdiler. Deneyimlerini blog yazılarıyla paylaşan beraberce gönüllüleri, Deneyim Paylaşım Atölyeleri ile de Arjantin’den Bosna’ya, Hollada’dan Güney Afrikaya çeşitli hafıza ve vicdan mekanlarına dair deneyimlerini, çalışma alanlarını paylaşmaya devam ediyor.
Sinem Aydınlı / beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları 2019 Gönüllüsü
Çok değil, bu metnin yazılışından neredeyse üç yıl önce, 2017 yılında Londra’ya gidişim bir tür zorunluluktan doğdu aslında. Politik hassasiyetler olarak dile getirilen sebepler nedeniyle, doktora tezimin Türkiye’de tamamlanmasına “izin” verilmedi. İngiltere’deki Loughborough Üniversitesi (Londra) ise bana tezimi bitirebilmem için akademik bir özgürlük alanı sağladı. Başka bir deyişle, modern sömürge anlatısının en güçlü kurucu ortaklarından biri, Büyük Britanya, benim için bir tür “kurtuluş” mekânına, en azından ifademde özgür olabilmemi sağlayan bir mekâna dönüşmüştü. 2019 yılının Kasım ayında beraberce Derneği değişim programı katılımcısı olarak Londra’ya bir aylığına yeniden gittiğimde, 1950’lerde sömürge yönetiminin merkez ofisinin bulunduğu kentteydim, bir kurtuluş mekânında değil.
Bir grup Kenyalı ve İngiltereli kadın tarafından Ocak 2018’de çevrimiçi bir platform olarak kurulan Museum of British Colonialism (MBC)[2] yani Türkçe’deki karşılığıyla İngiliz Sömürgeciliği Müzesi, başka bir coğrafyanın karşı belleğini bilincimin bir parçası haline getirmişti. 2019’un Londra’sında, 1950’ler Afrika’sına doğru bir yolculuğa başlamıştım.
MBC ekibi, www.museumofbritishcolonialism.org adresinde, “Museum of British Colonialism” adı altında bir araya geliyor ve kendilerini “Miras Aktivistleri [Heritage Activists]” olarak tanımlıyorlar. MBC, İngiliz sömürge yönetimlerinin işleyişlerini ortaya koymak, resmi devlet söylemine bağlı kalan sömürge dönemi anlatılarındaki boşluklara işaret etmek ve İngiliz sömürgeciliğinin bu söylem dışında tanımlandığı bir hafızalaştırma alanı yaratmak için kuruluyor. Amaçlarını, İngiltere’nin sömürgeci geçmişiyle yüzleşmek isteyen, bu geçmişi düşünmek, yorumlamak ve anlamak; ve daha iyi bir gelecek yaratmaya yardım etmek isteyen insanlar için, dijital, fiziksel, duygusal ve psikolojik bir yer/mekan yaratmak olarak tanımlıyorlar.[3]
MBC, yani İngiliz Sömürgeciliği Müzesi, fiziksel bir hafıza mekânı değil. Aslında Londra’da bu ismi almamış ancak bu ismin anlamına tam olarak işaret eden bir müze var. British Museum yani İngiliz Müzesi: İngiliz Sömürge İmparatorluğu dönemi boyunca zorla alınan birçok materyali muhtelif koleksiyonlarında bulunduran ve bu materyaller üzerinden sömürge tarihini sergileyen, ancak bu materyallerin Londra’ya nasıl getirildiğinin açıklanmadığı; tarihsel inkara uygun düşen bağlamsal unutturma stratejilerinin mekânı olan müze. Bu müzenin koleksiyonlarına tabii ki Afrika dahil. En alt kata, eksi ikinci kata indiğinizde, bu koleksiyonları görebiliyorsunuz.
Londra’da Afrika Koleksiyonu barından bir diğer müze de Horniman Müzesi. Bir müzeyi dürüst olarak nitelendirmek ne kadar anlamlıysa, Horniman’ın İngiliz Müzesi ile karşılaştırıldığında daha dürüst olduğu söylenebilir. Koleksiyonlardan sorumlu kişiler ve antropologlar, sömürge ülkelerinden alınan materyallerin sergilenmesi aşamasına daha öz-düşünümsel ve bir o kadar eleştirel yaklaşıyorlar. İngiliz Müzesi’nde sergilenen herhangi bir parçanın tanıtım yazısında “zorla alınmıştır” yazmazken, Horniman’daki örneklerinde buna rastlıyoruz. Horniman Müzesi’ni gezerken, “en azından sömürge anlatısını yeniden inşa etmiyor ve gerçek bir bilgi veriyor”, diye düşünmüştüm.
İngiliz Sömürge Yönetimi: Afrika Hariç Değil
Afrika’daki modern İngiliz sömürgeciliği 1895 yılında Doğu Afrika’da himaye yönetimi [Protectorate] ilan etmeleriyle başlıyor. 1901 yılında sömürge yönetimlerinin tahakkümünün sembolü ve emperyal bir başarı olarak görülen Kenya-Uganda tren yolu inşaatı tamamlanıyor. Bir yıl sonra, 1902’de sömürgeci devlet politikalarını uygulamaya başlayan “beyaz işgalciler” [white settlers], Kenya’nın en büyük etnik grubu olan Kikuyu’lar[4]’ın yaşadığı Kenya merkezinin en verimli topraklarının olduğu bölgeye geliyorlar.[5]Çok değil bu işgallerin başlamasından beş yıl sonra, 1907’de Kenya yasama meclisinde de yer işgal ediyorlar. 1920 yılında Doğu Afrika Protektorat’ı, Kenya sömürgesine dönüşüyor.
Mau Mau Mücadelesi: Ithaka na wiyathi [Toprak ve Özgürlük]
Dünya kamuoyu zannediyordu ki, bu Mau Mau’lar İngilizler’in kellelerini keserken dans ediyor, etlerini kıyma yapıyor ve şeytani törenlerde onların kanını içiyorlar[6]
Kikuyu’lar, kendilerinden alınan topraklara dair taleplerini dile getirmek için 1920’de Genç Kikuyu Derneği’ni ve 1926’da Merkez Kenya Derneği’ni (Kenya Central Association, KCA) kuruyor. 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz’ler adına savaşmaları için binlerce Kenyalı savaşa çağrılıyor. Karşılığında toprak sahibi olacağını düşünen yerli Kenyalılar gönüllü olup savaşa katılıyor. Ancak Kenyalıların bu düşüncesi hayata geçmiyor.
1944’te Afrika’nın bağımsızlaşması için kurulan ve Kenya’nın ilk Cumhurbaşkanı Kenyatta’nın 1947 yılında lideri olacağı, Kenya Afrika Birliği’ni (Kenya African Union, KAU) oluşturuyorlar. Mayıs 1950’de topraklarını kaybeden Kenyalılar Nairobi’de genel grev yapılıyor. Afrika’daki politik hareketleri kontrol etme çalışmaları kapsamında KAU yasaklanıyor. Sömürge hükümetinin yönetim biçimi Kenyalıları ekonomik olarak eşitsiz bir pozisyona sürüklüyor. Bu nedenle, çiftçilik ve tarımla uğraştıkları için sömürge yönetiminin toprak politikasından en çok etkilenen Kikuyu’lar (çoğunluğu Beyaz Şef’lerle toprak taleplerini konuşmak/tartışmak için bir araya geliyor. Ancak bir anlaşmaya varılamayınca, çoğunluğu Kikuyu’lardan oluşan ve Kenya’nın 1963 yılında bağımsızlık kazanmasında büyük rolleri olan Mau Mau[7] üyeleri, “beyaz adamın” işgal edip yerleştiği toprakları geri almak[8] için “toprak ve özgürlük” yemini ediyor; silahlı mücadeleye geçiyorlar. İşte sömürge karşıtı Mau Mau[9] üyelerinin topraklarını ellerinden alan (beyaz) işgalcilere karşı mücadelesi böyle başlıyor.
Hükümet Ağustos 1950’de Mau Mau özgürlük mücadelesini terör örgütü olarak listeliyor ve Mau Mau mücadelesi yasadışı oluyor. Olağanüstü Hal’in ilan edildiği Ekim 1952’ye kadar, sömürge yönetimi tarafından Mau Mau’yla ilgili raporlar paylaşılıyor, beyaz işgalciler, sömürge yönetimden Mau Mau’ya karşı harekete geçmelerini talep ediyorlar. 9 Ekim günü polis kılığına giren Mau Mau üyeleri, sömürge yönetiminin, “gücün kulesi” olarak gördükleri kıdemli Şef Waruhiu’yi öldürüyor. Bu olayın hemen ardından, İngiliz Hükümeti tarafından görevlendirilen sömürge hükümeti yönetimlerinin 60. yılında, 20/21 Ekim 1952’de, kitlesel gözaltı, kötü muamele, işkence, şiddet ve keyfi cinayetlerin hüküm süreceği olağanüstü hal ilan ediyor.
Tarihçilerin “kirli savaş” olarak tanımladığı bu dönemde, Kenya’daki sömürge yönetimi, Kikuyu’ları ikiye ayırıyor: İngiliz yönetimi adına savaşan sadık [loyalist] Kikuyu’lar (ki hep ön cephede yer almışlar) ve çoğu İkinci Dünya Savaşı’ndan dönen ama kimisi hiçbir şekilde askeri bir tedrisatları olmayan ve sadece toprakları ve özgürlükleri için mücadele eden Mau Mau üyeleri. Savaşın en yoğun olduğu dönem en az yetmiş bin Mau Mau destekçisinin ya da şüphelisinin gözaltı merkezlerinde tutulduğu biliniyor (Anderson 2005). Bu merkezlerdeki mahpusların salıverilme süreçleri de kötü muamele ve işkenceyle dolu çünkü sömürge yönetimi, Mau Mau üyelerini, yemin ettiklerini itiraf edene kadar bırakmayacaklarını ilan etmiş. Böyle olunca da onları sorgulayacakları (screening)[10] ve Mau Mau bağlantılarını itiraf ettirecekleri bir sistem ortaya koymuşlar. Bu insanlar herhangi bir ülkede herhangi bir “meşru tehdit” ile ilan edilen olağanüstü hal döneminde olduğu gibi, 1950’lerde Kenya’da hiçbir yargılama yapılmadan gözaltı merkezlerinde tutulmuşlar. İşte MBC’nin ilk hafızalaştırma işlerinden dijital olarak haritalama yaptığı, üç boyutlu olarak yeniden inşa ettiği ve olağanüstü hal bitene kadar yüz elli binden fazla Kikuyu’nun tutulduğu gözaltı merkezleri bunlar. Her biri zor geçmişle yüzleşmek için birer kanıt.
Olağanüstü hâl dönemi bittikten üç yıl sonra, 1963 yılında bağımsızlığını kazanan Kenya’da, resmi kayıtlar on iki bin Mau Mau üyesinin öldürüldüğüne işaret ederken, gerçek sayının yirmi binden fazla olduğu söyleniyor (Anderson 2005). Kikuyu’ların tarih sahnesinden “temizlenmeye”[11] çalışıldığını söylemek de abartı kaçmayacaktır: 1953’de nüfusun, Embu ve Meru’larla birlikte %46’sını oluşturan Kikuyu’ların, 1959 yılı kayıtlarında nüfusun %28’sini oluşturduğu görülüyor.[12]
MBC ekibinin bir kısmı Kenya’da bir kısmı İngiltere’de yaşıyor. Sıklıkla da bir araya geliyorlar. MBC’nin benimsediği dijital müzecilikyaklaşımına uygun biçimde kurmuş oldukları Whatsapp grubu sayesinde tüm ekip birbirlerine her an her yerden ulaşabiliyor. Kenya’nın bağımsızlık günü olan 12 Aralık’ta MBC ekibinin Whatsapp grubu üzerinden yaptıkları kutlamalara oldukça anlamlı bir paylaşım eşlik ediyor: Kenya ekibinden Susan’ın yakını olan ve MBC’nin saha günlüklerinden hikayesini öğrendiğim 1931 doğumlu Muthoni wa Kirima’nın tam o sırada çekilmiş, bellek sızlaması yaratan fotoğrafı.
Muthoni wa Kirima Mau Mau özgürlük ve toprak mücadelesinin en kıdemli komutanlarından (Dedan Kimathi, Baimungi Marete ve Musa Mwariama) biri. Kenya bağımsızlık kazandıktan sonra Muthoni, ormandan çıkıp yerleşim yerine geri dönmüş. Kenyalı kadının hem ırkçılığa hem cinsiyetçiliğe[13] maruz kaldığı dönemde Afrikalı kadınların güçsüz[14] ya da entelektüel olarak zayıf ve kolayca manipüle edilebilir olarak basmakalıp bir şekilde kategorileştirildiği bir anlatıda, Muthoni wa Kirima’nın mücadelesi, kadın özgürlük mücadelesinin de bir sembolü olarak yorumlanabilir (Elkins 2005:2014).
“Affet ve Unut”: Devletin İnkar Politikası
Mau Mau’nun resmi devlet anlatısında 2003 yılına kadar terör örgütü olarak listelenmesi, 1963 yılında Kenya’nın ilk cumhurbaşkanı olan Jomo Kenyatta’nın “politik” pozisyonunun, neden tarihsel tartışmalara sebep olduğuna işaret ediyor.
Gözaltı merkezlerindeki mahpusların tanıklıklarına dayanarak kaynak oluşturan akademisyenlerin de bahsettiği gibi, İngiltere yönetimi tarafından Mau Mau’nun üst aklı olarak tanımlanan Kenyatta, Mau Mau’nun lideri değil. Hatta Mau Mau yemini etmişliği ve Mau Mau’nun gerilla mücadelesini benimsemişliği yok (Anderson 2005; Elkins 2005:2014). Kenyatta, Jock Scott operasyonunda[15]Mau Mau’ya destek verdiği iddiasıyla tutuklansa bile cezaevindeyken Mau Mau mahpuslarının politik ajandalarına katılmamış. Yine de Mau Mau destekçilerinden ve büyük oranda Kikuyu’lardan oluşan Kenya Afrika Ulusal Birliği’nin desteği sayesinde cezaevinden çıkmış; onların Cumhurbaşkanı adayı olmuş ve seçilmiş (Elkins 2005:2014). Kenyatta’nın cumhurbaşkanı olmasını sağlayan durum Kikuyular’ın kendilerinden birinin cumhurbaşkanı olmasını istemeleri dışında bir şey değil. Çünkü bir bakıma Kenyatta Mau Mau’nun özgürlük mücadelesinin unutulmasına ve depolitikleştirilmesine sebep olan kişi: “Hepimiz özgürlük için savaştık ve bu yeni ulus geçmişi affedecek ve unutacak” (Kenyatta, 1963).
Kenyatta, sömürge karşıtı Mau Mau mücadelesini anonimleştiren, söylemini geçmişi unutturacak biçimde, “geleceğe” dair kuran, kendilerinden zorla alınan toprakları geri almak isteyen Kenyalıların para ödemeleri gerektiğini ifade eden bir cumhurbaşkanı. Bu nedenle bir “hastalık” olarak tanımladığı Mau Mau mücadelesinin müfredattan çıkarılmasını, ulusal birliğin zarar görmemesi için tarih kitaplarında bu özgürlük hareketinden bahsedilmemesini yani “asla hatırlanmaması” gerektiğini savunmuş. Diğer bir deyişle, bu mücadeleyi inkâr etmek ve kolektif bellek yaratmamak için, unutturma stratejileriyle dolu politikalar uygulamış.
Operation Legacy ya da Kolonyal Devletin Sistematik bir Örtbas Operasyonu
Biz belki de 20. yüzyılın ortalarını, sömürge döneminin bitişi olarak biliyoruz ancak bu dönem aynı zamanda sömürge kayıtlarının yeniden düzenlendiği ve büyük oranda belgenin imha edildiği ve çok sayıda belgenin de İngiltere’de resmi olarak saklı tutulmaları için gönderildiği ve “Operation Legacy” [Miras Operasyonu] olarak isimlendirilen dönem. İngiltere hükümetinin (Londra’daki sömürge ofisinin) tüm sömürge yönetimlerine ilettiği emre göre, yok edilmesi gereken kayıtlar varsa ve bunlar yakılacaksa küllerinin de ortadan kaldırılması gerekiyormuş. Diğer bir deyişle, “Operation Legacy”, bir devletin geçmişte olan bitenin hakikatini örtbas etme çabasının diğer adı. 1963 yılında Kenya bağımsızlık kazandıktan sonra, İngiltere’nin emriyle başlattıkları bu operasyonun amacı şöyle tanımlanıyor: İngiltere’nin onurunu korumak ve destekçilerine sahip çıkmak. Dolayısıyla “Operation Legacy” şu riskleri ortadan kaldırmak için: (i) Kraliçe hükümetini ya da diğer devletleri utandırma (ii) Polisi, orduyu, kamu görevlilerini ya da polis kaynaklarını ya da ajanlarını utandırma (iii) İstihbarat kaynaklarını açığa çıkarmak (iv) bu belgelerin sonraki hükümetlerin bakanları tarafından kötüye kullanılma potansiyeli. Başka bir deyişle, Krallığın bölünmez bütünlüğü bozulmasın diye sömürge yönetiminin yürürlüğe koyduğu meşru “terörle mücadele yasası”.
MBC’nin ilk projesi 2018 yılında History Hit TV ile yaptıkları ve adını, bu operasyondan alan Operation Legacy isimli ve oldukça küçük bir fon desteğiyle yaptıkları belgesel. Operation Legacy, Ulusal Arşiv’de [National Archive] bulunan belgeler ve “göç ettirilen arşivler” [migrated archives][16] üzerine çalışan akademisyenlerin açtığı tartışmalar ışığında, bizzat Mau Mau üyesi, Gitu Wa Kahengeri’nin tanıklığına yer vererek İngiliz sömürge tarihinin resmi söyleme dayanan anlatısına tamamen farklı bir gözle bakılmasını sağlıyor. Operation Legacy, 2009’da Kenya İnsan Hakları Komisyonunun desteğiyle Mau Mau mücadelesi mensubu beş kişinin, 1950’ler boyunca İngiliz Sömürge yönetiminin sebep olduğu ve binlerce Kenyalının maruz kaldığı işkence, kötü muamele, zorbalık ve işkence gibi insan hakları ihlalleri için İngiltere Hükümetine 2009 yılında toplu tazminat davası açmasıyla birlikte, sömürge tarihinin resmi olarak anlatılmayan kısmını konu ediyor. Operation Legacy hafızalaştırma alanı yaratmaya şu soruyla başlıyor: Ulusal Arşiv’de yer alan ve paylaşılan geçmişin resmi kaydını tutan dosyalar gerçekten hakikati anlatıyor mu?[17]
Dava sürecinde aktif rol oynayan avukatlar ve kaynaklarına başvurulan akademisyenlerin yorumlarına yer verilen belgesel aracılığıyla, olağanüstü hal dönemine resmi tarih anlatısının dışına çıkılarak bakılıyor. Belgesel aynı zamanda hakiki bir ortak geçmişe işaret ediyor. Operation Legacy, İngilizlerin tarihi sorgulamasına ve zor geçmişle yüzleşmesine aracı olurken, Kenya’da insanların bu zor geçmişi daha açık bir şekilde konuşabilmesine olanak tanımış. MBC’nin Kenya’daki üyeleri bile kendi aileleriyle biraz da bu belgeselin aracılığıyla konuşabilmişler.
Mau Mau üyelerinin İngiltere devletine karşı dava açmak için 2009 yılına kadar beklemesinin sebebi Mau Mau’nun 2003 yılına kadar “terör” örgütü listesinde yer alması. Bu tarihe kadar, herhangi biri kendisine Mau Mau üyesi derse, hemen tutuklanıyormuş. Buna mahal vermemek için de yasa kaldırılana kadar beklemişler. Yasa Ağustos 2003’de Kibaki yönetimi[18] tarafından kaldırılmış ve Mau Mau yasal bir oluşuma dönüşmüş. Açılan dava 2012’de bir çözüme ulaşmış.[19] Dönemin Dışişleri Bakanı Hague, 2013 yılında, İngiltere Hükümeti adına yaptığı resmi açıklamada, Kenyalı mahpusların yaşadığı işkenceyi ve kötü muameleyi kabul ederek, geçmişte yaşanan bu duruma karşı samimi bir pişmanlık duyduklarını; işkenceye maruz kalan 5228 Kenyalı’ya toplamda 19.9 milyon sterlin tazminat ödeneceğini (hatırla![20]); Nairobi’de işkence kurbanları için bir anıt[21] yapılacağını ifade ediyor.
Üç boyutlu görselleştirmeler: Gözaltı merkezleri, “medenileştirme” ve “rehabilitasyon” kampları
Kolektif bir İngiltere-Kenya hafızası için tabandan örgütlenen MBC, İngiltere sömürge yönetiminin Kenya’da ilan ettiği olağanüstü hâl döneminde, bu sömürge yönetimine karşı toprak ve özgürlük hareketini savunan Mau Mau üyelerinin alındıkları, toplandıkları, kötü muamele ve işkence gördükleri gözaltı merkezlerinin üç boyutlu görselleştirmelerini yapıyor. MBC’nin yaptığı saha araştırmasında ortaya çıkıyor ki bu kamplarda kalan mahpusların bunları hatırlamaları ve sonrasında bu konu hakkında açık bir şekilde konuşmaya başlamaları bile bir hayli zor oluyor.
Bu merkezlerde kalanların tanıklıkları, MBC’nin çalışmalarını bir bağlama oturtan saha çalışmaları, görsel işler (fotoğraflar, belgesellerden imajlar), İngiliz Sömürgeciliği’nin Kenya’daki tarihine dair görsel bir arşiv/dijital bir hafıza mekânı oluşmasını sağlıyor. MBC, Olağanüstü Hal döneminde kurulan ve on binlercesinin asıldığı, yüz binlerce Kenyalının gözaltına alınıp, işkenceye maruz bırakıldıkları ve “rehabilite” edildikleri yüzden fazla olduğu düşünülen gözaltı merkezleri ve kamplarla ile ilgili farkındalık oluşturmak istiyor. İngiliz sömürge yönetimi, bu rehabilitasyon sürecini desteklemek için “boru hattı” [pipeline] adını verdikleri, kamplara girişlerinden salıverilmelerine kadar tüm mahpusların tabi olduğu bir sistem kuruyor. Mau Mau yemini edenlerin ve Mau Mau’ya bağlılık gösterenlerin akıl hastası olduğunu açıklayan yönetim, onları kamplarda geçirdikleri süreç boyunca “iyileştirmeyi” ve Mau Mau’nun meşruiyetine böylece meydan okumayı planlıyor. “Pipeline” ağında yer alan kamp ve merkezlerin konumlarına işaret eden interaktif harita (altta) MBC’nin ilk işlerinden ve Chao[22]tarafından hazırlanmış.
Çok kısa bir süre içinde, harita üzerinde işaretlenen ve resmi kaynaklarda “asi” Mau Mau’ları cezalandırmak için değil onları “sivilleştirmek”, “modernleştirmek” ve “rehabilite” etmek için inşa edildiği söylenen kampları araştırmaya, nerede oldukları, nasıl göründükleri, hangi bölgelerden kimlerin hapsedildiği ve neden bu merkezlerin yaratıldığı gibi sorularla çalışmalarına başlamışlar.
Bu kampların yeniden görselleştirme çalışmaları için, arşiv materyalleri (fotoğraf ve video gibi) kullanılmış olsa bile, bu arşivlerde tarihsel/tanıklıksal boşlukların olacağını bilerek hareket etmişler. Bu nedenle, resmi tarihin belli ki ortaya çıkarmayacağı bu boşluklar, hakiki anlatıya ulaşmak için sözlü tarih çalışmaları ve mülakatlar aracılığıyla dolduruluyor. Bu süreç bir bakıma o mahpusların karşı belleğinin de yolculuğu gibi. Yani aynı mekânı deneyimleseler bile herkesin deneyimi farklı olacağı için, her mahpus, mekân (hücre) deneyimini başka türlü aktarıyor. MBC, mekâna dair paylaşılanlar sayesinde, onların ne amaçla yapılmış olabileceklerine ışık tutarken, bu tanıklıklar sayesinde daha gerçekçi bir yeniden inşa çalışması yapılabileceğine inanıyorlar. Bu çalışmaların kitle katılımına açık bir platform olması, sürekli güncellenen bir hafızalaştırma alanı yaratmalarını ve geçmişe dair yeni ve alternatif görme biçimlerinin de ortaya çıkmasını sağlamış. MBC ekibi, Mau Mau üyelerinin ve destekçilerinin tutulduğu tüm kampların yerlerini işaret edip onlara dair bilgi edinmenin bir hayli zor olduğunun da farkında çünkü Kenya’da halkın büyük bir çoğunluğunun bu kampların nerede olduklarını ve neye benzediklerini bilmediklerini öğrenmişler. Bunun sebebi devletin ideolojik aygıtlarının Mau Mau’yu unutturma stratejileri uygulaması.
MBC şimdilik bu kamplardan, Aguthi ve Mweru kamplarına ait kimi yapıları (Aguthi’de, gözetleme kulesi, giriş ve su yolu; Mweru’daki işkence odası ve toplu gözaltı hücreleri) dijital olarak görselleştirmiş. OHAL döneminde mahpusları “medenileştirme” eğitimlerinin verildiği bu merkezler şu an birer lise olarak hizmet veriyor. Bu “bir bakıma sömürge mirasına ait bir şey” diyordu Chao: “dikenli teller bile hala duruyor”. Hiçbir şekilde doğal ışığın giremeyeceği ve penceresi olmayan tek kişilik hücrelerin de bulunduğu Aguthi kampının modellemesinin de gösterdiği gibi mahpusların kaçmalarını engellemek için konulan dikenli teller hala orada.
Üç boyutlu olarak yeniden inşa edilen Mweru’daki tek kişilik işkence odası da mahpusların anlattıklarına göre uzun süre aç bırakıldıkları, fiziksel şiddet gördükleri, penceleri olmayan ve hareket alanına sahip olmadıkları bir oda. Mweru’da aynı zamanda boyutları 5.2 metreye 8.5 metre olan ve 60 kişinin tutulduğu hücreler de var. İşkence odasının üzerinde “Mau Mau İşkence Odası, haksızlıktan nefret ettiler, yemin ettiler ve ormana gittiler. Gözaltına alındı, taciz edildi ve işkence gördü, özgürlük için öldüler” yazan bir tabela varmış. Tabela hala orada, işkence odası artık bir hafıza merkezi (altta).
Chao, bu işleri, 1950’ler boyunca Kenya’da yaşanan Mau Mau mücadelesinin tanınması için farkındalık geliştirme teknikleri olarak değerlendiriyor. Örneğin, bu durumu şöyle hayal ediyorlar: Üç boyutlu olarak görselleştirilen bu kamplar, başka birinin hafızasını canlandırabilir ve onların tanıklığıyla, diğer bölgelerdeki kamplar için de üç boyutlu görselleştirme çalışmaları yapılabilir.
Üç boyutlu yeniden inşa çalışmaları, bir yandan sözlü tarihe (tanıklıklara), arşiv kaynaklarına, nesnel verilere (var olan fiziksel kalıntılar, bölgenin planları, üç boyutlu taramalar) dayanıyor ve görselleştirmeler, çıkarımlar ve karşılaştırmalarla (bir bölgede bulunan ancak diğerinde bulunmayan kalıntıları karşılaştırmayla) yapılıyor. Bir tür yap-boz gibi diyor Chao, “parçaları birleştiriyoruz”. Bu süreç oldukça teknik olsa da, hafızaya dayalı herhangi bir çalışma gibi bu çalışmanın bir sonunun olacağı hiç düşünülmemiş ve katılıma hep açık olmuş. Bu nedenle, MBC, toplumu da kolektif belleğin dijital miras çalışmalarıyla görselleştirilmesinde karar mekanizması olarak görüyor.
MBC, hakkında konuşmanın uzun bir süre boyunca yasaklandığı hafıza mekanlarının dijital görselleştirme çalışmaları için, somut [tangible] (belgeseller, fotoğraflar, mektuplar, yazılı ifadeler, yasal belgeler gibi arşiv kayıtları) ve somut olmayan [intangible] (sözlü tarih çalışmaları) tarihsel mirasa birlikte odaklanıyor. Ancak Kenya’daki bu kampların ve merkezlerin görselleştirme çalışmalarını biraz daha kıymetli kılan, MBC’nin kurucu ortaklarından Olivia’nın da ifade ettiği gibi: “Auschwitz’in neye benzediğini sorsanız anlatabilirdim ama Kenya’daki gözaltı kamplarının neye benzediğini anlatmak zor biz bu nedenle herkesin tanıklığına açık bir iş yapıyor ve anlatmak isteyen herkesin katılımını bekliyoruz.”
MBC’nin dijital görselleştirme işleri bellek yitimine karşı aktif bir hatırlama sağlıyor. İngiltere resmi söylemine dayanılarak oluşturulan bir yazılı tarih karşısında, dahası İngilizce okuyup yazamayan Kenyalı’lar ve bu kamplarda kalmış ancak hafızalarına ket vurulmuş mahpuslar için (2003’e kadar bu konu hakkında konuşmalarının yasaklı olduğu bir ortamda), gördükleri dijital görselleştirme çalışmaları, hafızanın yeniden oluşturulmasını sağlarken aynı zamanda belleğin geçmiş deneyimini daha içeriden (hem kişisel hem politik) kurmasına aracı oluyor. Bu sayede hafıza da resmi tarihinin kurucu anlatısının zincirlerinden kurtulmuş oluyor. Dolayısıyla zor bir geçmişi henüz dile getiremeyenlerin de bir bağ kurmasına (çünkü belleğin mekâna ihtiyacı vardır[23]), belki de bir sonraki aşamada onların da kendi hikayelerini paylaşabilmesine olanak tanıyor.
Bu sayede insanlar, “ben de oradaydım” diyebiliyorlar ki bu da hafıza çalışmaları için büyük bir potansiyel yaratıyor. Bu işler duygulardan azade çalışmalar gibi görünse de MBC, çok-kaynaklı bir duyum/hafıza alanı yaratmak için mülakatların ses kayıtlarını ve yazılı kayıtlarını da paylaşıyor. Yani Chao’nun dediği gibi, “somut ve somut olmayana aynı anda erişebiliyorlar”. Yine de zor bir geçmişe ait bir hafıza mekânın görsel olarak nasıl karşılık bulacağı sorusu her bir çalışma için tekrar tekrar soruluyor. Bu sorunun temel amacı aslında onarıcı tarih [restorative history] adını verdikleri süreci de öz-düşünümsel bir pozisyondan temellendirmek. Tarihteki boşlukları doldururken hem kendileri öğreniyor hem de başkalarının yeni bir bakış açısı edinmesini sağlıyorlar. Dolayısıyla yok edilmiş, saklanmış ve reddedilmiş tarihin üç boyutlu olarak yeniden yapılandırılması, gerçeklere dayalı bir eylem olduğu kadar, duygusal, psikolojik ve politik bir eyleme dönüşüyor. Uzun vadede bunun hem bireysel hem de toplumsal ilişkileri onaracağına inanıyorlar.
Changing the Narrative: 11-12 Ocak 2020
MBC, 11-12 Ocak 2020 tarihinde iki gün sürecek, “Changing the Narrative” [Anlatıyı Değiştirme] isimli, Afrika diasporasının gazetesi Informer East Africa’yla birlikte Afrika Merkezi’nde gerçekleşecek bir etkinlik düzenliyor. MBC’nin kurucu ortaklarından Olivia, panellerin organizasyonunu yürüten Adam ve sosyal medya ve dijital tasarım işlerinden sorumlu Hannah’yla birlikte çalıştığımız bir ay boyunca en temel gündemimiz bu etkinliğin organizasyonuydu. Tabandan, organik ve yatay bir yapıyla örgütlenen MBC için, benim de, ilk ve son görevim bu etkinlik için yapılacak her şeydi: Twitter için içerik oluşturmak, basın bülteni hazırlamaya yardım etmek ve etkinlikte sergilenecek işlerin baskıları için fiyat almak gibi bir çok şey.
Bu etkinlik MBC’nin kuruluş amacının en güncel çıktısı ve şimdiye kadar gerçekleştirdikleri tüm işlerin de bir özeti. Bu etkinlik kapsamında bir dizi panel düzenlenecek ve MBC’nin dijital ve interaktif hafızalaştırma çalışmaları “Emergency” adıyla sergilenecek. Etkinlikte, Afrikalı ve Afrika üzerine çalışmaları bulunan birçok akademisyen, sanatçı, gazeteci, yazar ve insan hakları savunucusuyla birlikte mirası sömürgesizleştirmenin [decolonise heritage] ne anlama geldiği tartışılacak ve İngiliz-Afrika ortaklıklarının bu süreci nasıl teşvik edip destekleyebileceğine dair fikirler üretmek isteniyor.
Sömürge bölgelerinden alınan kültürel miras nesnelerinin ülkelerine iade edilmeleri [Repatriation], tazminat meseleleri [Reparations] ve referansını Kikuyu yazar Ngugi wa Thiong’ın[24] “Aklı sömürgesizleştirmek” [Decolonise the mind] çağrısından alan “Sömürgesizleştirme” [decolonisaition] başlıklı bir dizi panel aracılığıyla, resmi tarihin inşa ettiği sömürge anlatısındaki boşluklara işaret edilirken karşı bir bellek yaratılmış olacak. Düzenlenecek etkinliğin çağrısı, İngiliz sömürgeciliğinin bu resmi söylem dışında tanımlanacağına da işaret ediyor. MBC’nin asıl amacı da bu: “Ortak geçmişle dürüst bir şekilde yüzleşmek”. MBC, bu panellerin kolaylaştırıcılarının tarihsel olarak zaten ayrıcalıklı “beyaz” İngilizler olmamasına da gayret ediyor.
Epilog: Unutmak Değil, Hatırlamak Yükü Bizdeki[25]
Otoriteryanizmin giderek arttığı coğrafyalarda, erişim engelinin çok sıradanlaştığı bir dijital medya ortamında, mikro, dijital ve kendini güncelleyen direniş yöntemleriyle aşmaya çalışılan iktidar mekanizmasının olduğu bir yerde, zor geçmişe ait hafıza mekanlarını interaktif ve dijital olarak hayata geçirmenin “politik” açıdan “hassasiyetler” ve “riskler” taşıdığı bir coğrafyada bile, üç boyutlu görselleştirmelerin kolektif hafızayla kurduğu olumsal ilişkiden söz edebiliriz. Çünkü bu işler aracılığıyla, bellek, bir duyum, bir his alanına dönüşüyor ve unutuşa karşı etkin bir hatırlayışa sebep oluyor. Böylece hakikate ve adalete giden yol dijital olanla çatallanıyor (hatırla![26]).
Başka coğrafyaların kolektif hafızası, başka “yeniden hatırlayış”lar yaratabilir, tabi ki toplumsal, bağlamsal ve kolektif hafızamızın elverdiğince. Çok uzaklarda olmayan bir geçmişte, işkence mekanlarının/cezaevlerinin, köylerin (Roboskî), ilçelerin (Suruç), illerin (Ankara) adlarıyla andığımız katliamların, dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan güzel insanların (Hrant Dink, Tahir Elçi) “karanlık” kurşunlarla buluştuğu, kayyumların geldikleri gibi kolektif belleğe ket vurmak için anıtları kaldırdığı bir coğrafyada da, hatırlamaya yani hakikate ve adalete giden yolun dijitalden geçmesi belki de çok olanaksız değildir.
Kaynakça
Anderson, D. (2005). Histories of the hanged: The dirty war in Kenya and the end of empire. WW Norton & Company.
Banton, M. (2012). Destroy?‘Migrate’? Conceal? British strategies for the disposal of sensitive records of colonial administrations at independence. The Journal of Imperial and Commonwealth History, 40(2), 321-335.
Baughan, E. (2018). Rehabilitating an empire: humanitarian collusion with the colonial state during the Kenyan emergency, c. 1954-1960. Journal of British Studies.
Elkins, C. (2005). Britain’s gulag: the brutal end of empire in Kenya. Random House.
Gopal, P. (2019). Insurgent empire: Anticolonial resistance and British dissent. Verso Books.
Pettit, M. T. (2015). Who is worthy of redress: Recognizing sexual violence injustice against women of color as uniquely redress-worthy-illuminated by case study on kenya’s mau mau women and their unique harms. Berkeley Journal of Gender, Law Justice,30(2), 268-322
Sato, S. (2017). ‘Operation Legacy’: Britain’s Destruction and Concealment of Colonial Records Worldwide. The Journal of Imperial and Commonwealth History, 45(4), 697-719.
William Hague details £19.9m payout to Mau Mau veterans https://www.bbc.com/news/world-africa-13682176
[1] Mau Mau Savaş Gazileri Derneği genel sekreteri Dr. Gitu Wa Kahengeri’nin MBC’nin Operation Legacy (2018) belgeselinde dile getirdiği istek: “Sadece İngiltere hükümetinin değil tüm dünyanın Mau Mau’nun bir özgürlük mücadelesi olduğunu bilmesini istiyorduk”
[2] Ekip kendilerini MBC olarak tanımladığı için yazı boyunca ben de bu kısaltmayı kullanacağım.
[3]Why we call ourselves MBC https://www.museumofbritishcolonialism.org/our-journey/2019/4/3/mbc-and-restorative-history
[4] Kikuyu’lar, 48.4 milyonluk Kenya nüfusunun yaklaşık %17.2’sini oluşturuyor. Kikuyu’lar kendi dilleri olan Kikuyu ya da Gikuyu denilen dili konuşuyor.
[5] Hala oradalar. Çokuluslu şirketler şu an Kenyalılar’dan çaldıkları topraklarda üretim yapıyorlar. Bunlardan biri de PG ve Lipton markalarının sahibi Unilever. Ancak MBC’nin konuyla ilgili paylaştığı haberde, Unilever 1987’de Kenya’ya gidip çay yetiştirilen toprakları satın aldıklarını ve sömürge dönemine dair yöneltilen tarihsel iddialarla ilgili yorumda bulunamayacaklarını belirtmiş. Kraliyet Ailesinin o meşhur beş çayı geleneğini hatırlıyor insan. O çayın yetiştirildiği toprakları işgal ettiklerini kültürel bir gelenekle unutturmak da bu sömürge aklının ürünü olsa gerek.
[6] Galeano, Eduardo. Aynalar: Neredeyse Evrensel Bir Tarih. 2008. Sel Yayıncılık. s.335
[7] Mau Mau adının nereden geldiği oldukça tartışmalı, kimi argümanlar, tahminler var. Ancak bir teoriye göre Mau Mau aslında Kenya Toprak ve Özgürlük Ordusu’nun temel ideallerin kısaltması: Mzungu Aende Ulaya, Mwafrika Apate Uhuru yani “Beyazlar Avrupa’ya dönmeli ve Afrikalılar özgür olmalı”
Who knows where the name Mau Mau came from? https://mobile.nation.co.ke/lifestyle/Where-did-the-name-Mau-Mau-come-from/1950774-2040418-format-xhtml-1457clgz/index.html
[8] 1950’lerde olağanüstü hal döneminde, zorla yerlerinden edilen ve çay yetiştirilen verimli toprakları ellerinden alınan ve insan yerleşimi için hiç de uygun olmayan, Gwassi bölgesine gönderilen ve Kericho bölgesinden olan Kipsigis and Talai topluluklarından olan yaklaşık 115 bin Kenyalı için BM raportörüne, kurbanların tanıklıklarından oluşan bir şikayet dilekçesi sunulmuş. Bu dilekçe BM’ye sunulmuş çünkü İngiltere hükümeti, üzerinden çok zaman geçtiği için geçerli bilgiye ulaşılamayacağından bahsedilmiş. Bu topluluklar, 1895-1963 yılları arasındaki toprak haklarını [Land Claim] savunuyorlar. Hiçbir şekilde tazminat da alamamışlar ve her şeyden daha çok bir özür beklediklerini dile getiriyorlar.
[9] Mau Mau Krizi [Mau Mau Emergency], Mau Mau Olağanüstü Hal Dönemi, the Mau Mau İsyanı, Mau Mau Ayaklanması ya da the Kenya Olağanüstü Hal’i olarak da biliniyor.
[10]İngiliz sömürge yönetimi “sorgulama” sözcüğünün tam karşılığı olan “interrogation” sözcüğü yerine screening sözcüğünü kullanıyormuş. Kikuyular’ın diline de böyle geçmiş. Türkçe’ye görüntüleme, sahneleme, tarama olarak tercüme edilen İngilizce screening sözcüğünün Kenya’nın resmi dili olan Swahili ya da Kikuyu’ların konuştuğu Kikuyu dilinde bir karşılığı yok Screeningsürecinde, Mau Mau şüphelilerinin Mau Mau bağlantıları olduğunu itiraf ettirmeye çalışıyorlarmış. Kikuyu’lar için screening’den kaçış yokmuş. Her Kikuyu bir Mau Mau şüphelisiymiş (Elkins 2005:2014).
[11] Sadece bir fiziksel “temizlik” ya da Kikuyulara ait olan yerin işgali değil, sömürgeciler kültürel olarak da zihinleri sömürgeleştiriyorlar. En tipik örnekleri Robert Ruark ve Elspeth Huxley gibi sömürge aklına sahip yazarların metinlerinde görülüyor. Mau Mau’yu “kötülüğün sempomatik ülser”i olarak tanımlayıp, Nazilerle bile karşılaştırıyorlar. Bknz: Elspeth Huxley and Marjorie Perham, Race and Politics in Kenya. 1944
[12] Anderson 2005
[13] Mau Mau erkekleri de fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldıkları için üreme organları zarar gören kadınları terketmişler. Hatta Beyaz Şef’lerin cinsel şiddetleri sonucunda olan çocukları yüzünden de Mau Mau kadınları post-kolonyal dönemde Mau Mau erkekleri tarafından terkedilmiş (Pettit 2015).
[14] Bu ayrımcılık timsali en tipik yargıya karşı bir örnek vermek istiyorum. 1955’te Kenyalı mahpus kadınlar çocuklarıyla buluştuklarında, sütten kesildiklerini fark ediyorlar. İngiltere Kızıl Haç’ı da iyilik timsali olarak UNICEF’in satın aldığı sütü çocukları beslesinler ve bu çocuklar hayatta kalabilsin diye bu kadınlarla paylaşıyor. Kadınlar bu yardımı sömürgecinin kontrol ve “rehabilitasyon” mekanizması içinde değerlendiriyor ve bu sütü çocuklarına vermektense yere dökerek sömürgeci devlete meydan okuduklarını gösteriyorlar (Baughan 2019)
[15] Mau Mau şüphelilerine yönelik 21 Ekim 1952’de gerçekleşen bir gözaltı operasyonu. Kenyatta bu şekilde yakalanıyor.
[16] Bu belgelerden (yaklaşık 7-8 kasa dolusu belge, 1500-2000 dosya) büyük bir kısmı Hanslope Park adıyla bilinen bir yerde tutuluyormuş (ki Dışişleri Bakanlığı “orada olduklarını bilmiyorduk” diye açıklamış). “Hanslope Park İfşası” olarak bilinen olayla, sadece kadın mahpusların sorgulandığı bir merkezin daha olduğunu ve tüm işkence ve kötü muamelenin sistematikleştirildiği, normalleştirdiği ve sadece Kenya’dan gönderilen belgelerin değil, diğer sömürge yönetimlerine ait belgelerinde orada tutulduğu açığa çıkmış. Dışişleri Bakanı William Hague 37 sömürge yönetimine ait belgenin de orada tutulduğunu kabul etmiş. Bu ifşa, 2009’da açılan davanın kazanılmasını da sağlamış.
[17] Halkın Ulusal Arşiv’deki dosyalara erişim hakkı var çünkü 1958 ve 1967 Devlet Arşivleri Yasası’na göre hükümetlerin tarihsel önemi olan belgeleri saklaması ve bu belgeleri kamunun kullanımına açık tutmaları gerekiyor şayet bu yapılmazsa kanun çiğnenmiş oluyor. Ancak İngiltere’de tutulan kayıtlarda da büyük boşluklar olduğu, arşivde saklanması gereken ama orada olmayan kayıtların varlığı modern sömürge tarihi üzerine çalışmalar yapan tarihçiler tarafından tahmin ediliyor.
[18] Kenyatta 1978 yılında hayatını kaybediyor ve Danial Arap Moi Kenya’nın ikinci cumhurbaşkanı olarak seçiliyor. Kenya’da çok partili döneme ancak 1992’de geçiliyor ve Moi 1997 yeniden cumhurbaşkanı olarak seçiliyor. KANU’dan ayrılan ve ona muhalif partilerin kurduğu National Rainbow Coalition (NARC)’ın adayı Mwai Kimbaki Moi’den sonra, Kenya’nın üçüncü Cumhurbaşkanı oluyor. Jojo Kenyatta’nın oğlu Uhuru Kenyatta, 2013’te Cumhurbaşkanı oluyor ve 2017’de yeniden seçiliyor. Kenya’da bir sonraki seçimler 2020 yılında yapılacak.
[19] Bu dava bir emsal niteliği taşısa da, 40 bin Kenyalının aynı dönem maruz kaldığı insan hakları ihlali için dava açan kimi avukatlar “Parlementoya saygısızlık” ettikleri için uyarı almışlar ve mahkeme yine üzerinden çok zaman geçtiği için adil yargılama yapılmayacağını söylemiş.
[20] Yazıyı yazdığım sıralarda, başka bir coğrafyadaki başka bir katliamın, Roboski katliamının, yıl dönümü yaklaşıyordu. 28 Aralık 2011’de Roboski’de katledilen 19’u çocuk 34 kişiyi düşünüyordum çünkü (acıda ve travmada ortaklaşılsa da) her coğrafyanın belleğindeki sızılar başka: Dönemin başbakanı Erdoğan da Roboski katliamı için “Tazminatsa tazminat” demişti: https://t24.com.tr/haber/erdogan-uludere-olayindan-operasyonun-hemen-sonrasinda-haberim-oldu,204495
[21] Elinde tüfek taşıyan bir erkeğe bir kadının yemek sepeti uzattığı ve yüzleri birbirine dönük olmayan iki figürden oluşan anıt, Mau Mau isyanında öldürülen ve işkence görenlere adanmış. Anıtın açılışı 2015’te yapılmış.
[22]African Digital Heritage’i kuran ve Dijital Miras Uzmanı (Digital Heritage Specialist) Chao, Doğu Afrika’nın modernleşmesini ve Hristiyanlığın yaygınlaştırmasını kolaylaştıracağına inanılan ve yapımı 1901 yılında tamamlanan sömürge aklının ürünü Uganda-Kenya tren yolu hattı üzerindeki tren istasyonlarının haritalama çalışmasını yapmış. Chao, yüzlerce insana istihdam sağlayan ve artık hizmet vermeyen bu istasyonları merkeze alan insan hikayelerini derlemiş ve interaktif haritalama ve üç boyutlu görselleştirme çalışmalarına bu tren istasyonlarıyla başlamış.
[23] Assmann, J. (2015). Kültürel Bellek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
[24] Sömürge karşıtı anlatısıyla Mau Mau’nun politik bir hareket olduğunu dile getiren Kikuyu yazar Ngugi wa Thiong oyunlarından ve yazılarından dolayı bir yıl cezaevinde kalmış. Thiong’un babası zorla toprağından edilenlerden, bir abisi Mau Mau üyesi olarak savaşa katılmış, diğer abisi olağanüstü hâl döneminde öldürülmüş ve annesi de üç ay boyunca gözaltı merkezlerinden birinde tutulmuş.
[25] Matur, Bejan. Son Dağ. 2016. Everest Yayınları
[26] Goldsmith Üniversitesinden Forensic Architecture ekibi uluslararası savcılar ve insan hakları örgütleri, politik adalet arayışında olan gruplar adına bir araştırma yaptılar ve insan hakları savunucusu Tahir Elçi’nin öldürülme sahnesini dijital olarak canlandırdılar. Bu çalışmanın raporu yayınlandı. Bu rapor bize Elçi’nin ölümüne dair daha net bir bakış açısı ve olduğunca açık bir yüzleşme alanı yarattı. Bu sayede, geçmişin resmi söylemlere dayalı anlatısındaki boşluklara işaret edilmiş ve adaletin dijital kanıtlarla sağlanabileceği ortaya çıkmış oldu.