Hatıla! projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları programını DVV International’ın Türkiye temsilcisi ve stratejik partneri olarak yürütüyoruz.
Programda 2017-2019 yıllarında kolektif hafıza, hatırlama, unutma ve yüzleşme konularına ilgili ve eleştirel yaklaşımı olanların, hafıza ve vicdan mekânlarının demokratikleşmeye katkıda bulunabileceğine inananların, dünyadaki deneyimlerden yararlanmalarını, bilgi ve deneyim değişimi yapmalarını ve bu deneyimi Türkiye için işlevselleştirmelerini amacıyla onlarca gönüllümüz dünyanın dört bir yanındaki hafıza ve vicdan mekanlarında 30-60 gün geçirdiler. Deneyimlerini blog yazılarıyla paylaşan beraberce gönüllüleri, Deneyim Paylaşım Atölyeleri ile de Arjantin’den Bosna’ya, Hollada’dan Güney Afrikaya çeşitli hafıza ve vicdan mekanlarına dair deneyimlerini, çalışma alanlarını paylaşmaya devam ediyor.
Sarp Balcı [1] / beraberce Değişim 2018 Gönüllüsü
20 Ocak 1942’de Berlin’in bir banliyösünde Nazi rejiminin üst düzey yetkilileri tarafından Wannsee Konferansı yapıldı. Bu Konferansta SS ve NSDAP’den ve çeşitli bakanlıklardan 15 üst düzey temsilci Yahudilerin sürülmesi ve katledilmesinde nasıl iş birliği yapılabileceğini görüştüler. Ben de “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları” programının 2018 gönüllülerinden biri olarak bir hafıza mekânına dönüştürülen Wannsee Konferans Evi’nden gözlem ve deneyimlerimi sizlerle paylaşacağım.[2]
RÜZGAR[3]
Sanki bir çocuk hayaleti
Koşuyor, koşuyor da
Tozuyor durmadan
Ardında kalan izi.
Rüzgar geniş eğriler çiziyor,
Yine kendisinin sildiği.
At diye bindiği
Kuru söğüt dalını,
Uçarı bir sevinçle
Sekerek sürükler gibi.
Rüzgar geniş eğriler çiziyor,
Yine kendisinin sildiği.
Oyuna dalmış besbelli,
Alıp başını gitmiş
Ve yitirmiş düzlükte
İncecik gövdesini.
Rüzgar geniş eğriler çiziyor,
Yine kendisinin sildiği.
İlk iki haftam hızlıca geçti. Şehir bugünlerde kendini dopdolu bir yaza kaptırmış durumda. Hem havalar hem de şehir pek cezbedici. Kendimi fazla kaptırmamaya ve hızlıca buradaki programıma uyum sağlamaya çalışıyorum. Çalışanlar tatilden dönüyor ve onlar da oldukça zorlanıyorlar. Kimse için kolay değil.
Başlangıçta amacım, Berlin’e doğru yola çıkmadan önce Ankara’da planladığım projemle ilgilenmekti. Fakat, zorunlu bir değişiklik yapmam gerekti. Bu vesileyle bir süredir aklımda olan “İHD’nin kuruluşundan bu tarafa Ankara’da Siyasal Cinayetler” üzerine kafa yormayı planlıyordum. Yola çıkmadan önce Ankara’daki arkadaşlarla ve meslektaşlarla ilk adımlarını tartıştığım konuyu aklımda döndürüp duruyorum bir süredir. Artık buna belki daha sonra dönerim. Kim bilir…
Wannsee
Sessiz, sakin ve huzur içinde bir yerde bulunan binanın, uzun beyaz camlarından dışarıya bakıyorum. Burası çok güzel bir banliyö, hafta-sonu kaçamağı için ideal, aşırı birikmiş sermayenin dışavurulduğu, eşitsizliğin ‘estetik bir dokunuşla’ gösterime sokulduğu bir yer. Am Grossen Wannsee Sokağı 56-58 numarada İtalyan esinlenimli lüks bir villa yer alıyor. Eski sahiplerinin zenginliğini ortaya koymada hiç de utangaç olmayan; eklektik, neo-klasik bina için tüm o heykelleri, çeşmeleri, bahçesi ve diğer unsurlarıyla küstah bile demek mümkün.
Bu satırları yazdığım kütüphanenin manzarasını, yeşil Berlin’in büyük ağaçlarıyla, iki Wannsee gölünden büyük olanının doğu kıyısı ortadan ikiye bölüyor. Kulağımda Itzhak Perlman’ın Theme from Schinler’s List[4] ezgisi, zihnimde, filmden siyah-beyaz görüntüler akıyor.
Normalde kendimi dingin ve akıcı notaların etkisinden kurtarmak hep zor gelir, imkansıza yakındır. Genellikle zihnim kolaylıkla kaybolur, dağılır. Fakat kendimi bu rahatlığa kaptırmamam gerek. Benzer bir duruma daha toyken Buchenwald’da da kapılmıştım. Bir tarafta şaşırtıcı bir dinginlik, sükunet ve kampta kalanların ve kampı idare edenlerin hikayelerinde şahit olduğum habaset.
Benliğimi içine çeken güzellik ve huzur, bu ev, bu ortam, şimdi artık birdenbire gerçekliğin yakıcı etkisine dönüşüyor. Evin, kütüphanenin ve manzaranın hikayesini bilmenin getirdiği çelişki, bu mekanı artık erinç içinde olunabilecek bir yer olmaktan çıkarıyor. Yerini ise Avrupa tarihinin en karanlık sayfalarından birinin kaleme alındığı bir sahneye dönüştürüyor. Müsaade edin bu vesileyle hatırlatmış olayım, böylesi kararların mekanı tam da bu güzel bahçelerdir, şatafatlı binalardır. Böylesi kararlar yıkıntı haldeki mahallelerde, fakirlikle örülü evlerde, yitik yerlerde alınmazlar. Tam tersine, arsız saraylarla, lüks malikanelerle ve ihtişamlı bahçelerle çok uyarlar birbirlerine. Öyleyse izin verin, nerede olduğumu tam olarak anlatayım sizlere…
Ev
İlk Serginin kataloğuna göre,[5] villayı ‘yeni zengin’ işadamı ve fabrika sahibi Enst Malier ve eşi sipariş ediyor. Bina 1914-15 yılları arasında mimar Paul Otto August Baumgarten (1873-1946) tarafından inşa olunuyor. Baumgarten, aralarında ünlü Empresyonist ressam ve Prusya Güzel Sanatlar Akademisi başkanlığı da yapmış Max Liebermann’ın (1847-1935), şu an müze olarak işlevlendirilmiş villası da dahil olmak üzere civarda başka villalar da tasarlamış ve yapmış bir isim.[6]
Fakat Malier Ailesi villayı ve arsayı 1921 yılında Friedrich Minoux’a ait bir şirkete satmak zorunda kalmış. Minoux, ünlü bir sağcı iş insanı. Aynı Malier gibi o da Berlin’in Hügeno ailelerinden birine mensup. Ayrıca, muhtemelen 9 Kasım 1923 Münich birahane darbe girişiminin önemli isimlerinden. O da yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığı firmada yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle evi elden çıkarmak zorunda kalıyor. Evi alan ise SS bağlantılı Nordhav Vakfı.
Kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte, o dönemde Devlet Merkezi Güvenlik Bürosunun başında bulunan Reinhard Heydrich’in (Obergruppenführer) mülkiyetin el değiştirmesinde rolü olduğu düşünülüyor. Heydrich’in villa yakınlarında bir yazlık evi var ve iddiaya göre ‘kaçınılmaz zafer’den sonra emekliliğini bu binada geçirmek arzusundadır.[7] Nitekim 1940 yılında, salt villa ve arsanın, Heydrich’in kuruluşunda etkili olduğu SS ile bağlantılı bir hayır kurumu niteliğindeki ve SS üyelerine tatil alanları temin eden Nordhav SS Vakfı’nca satın alınmasında değil, üst düzey SS görevlileri ve uluslararası misafirleri ağırlayacak tatil ve toplantı amaçlı işlevlendirilmesinde de etkilidir.
Berlin’de otel odaları çoğunlukla dolu ve pahalı olduğu için, İkinci Dünya Savaşı sonuna dek bu misafirhane, bölgeden olmayan şube başkanları ve diğer SS ve SD Güvenlik Polisi amirlerince, iş amaçlı Berlin’de bulundukları sürece kalacakları uygun konaklama için yer arama sıkıntısını ortadan kaldırma ve onlara diğer SS üyeleriyle tanışma ve bir arada olma imkanı yaratmak için temin edilmiş.[8]Örneğin SD’de, iç istihbarat başkanı olan Otto Ohlendorf, misafirhaneyi Aralık 1944’te, Devlet Ekonomi Bakanlığı müsteşarı iken düzenlediği bir konferans için de kullanmış.[9]
Konferans ve Protokol
Hafıza mekânının önemi ve ismi, esasen, villanın tarihinin akışını değiştiren tekil bir olaydan kaynaklanmakta. 20 Ocak 1942 günü villa, Üçüncü Rayh’ın 15 üst düzey yöneticisine ev sahipliği yapmıştır. Toplantı için binanın seçiminin nedeni Heydrich’in yaptığı öğle yemekli toplantı davetidir. Konferans 90 dakika sürmüştür. Katılımcıları arasında SS, Nazi Partisi ve bazı devlet bakanlıkları temsilcileri yer almıştır ve sonuçları halen bir tartışma konusudur. Konferansın başlığı Endlösung veya “Yahudi Sorununun Nihai Çözümü”dür. Ayrıca Heydrich’in deportasyonlardaki liderliğinin, Avrupa Yahudilerini yok etme hazırlığı kapsamında öne çıkan bakanlıklarca ve Parti Bürolarınca tanınması dahil, şahsi rolü ve güttüğü amaçları Konferansın organizasyonu ve uygulanmasında etkili olmuştur.[10] Konferans, 1941 yılı boyunca, “Yahudi Sorunu’nun Çözümü”yle bağlantılı, sorumluluk açısından farklı güç odakları arasındaki çelişkilerde, SS’in, dahil olmasının önemini ve başarısını tescil etmiştir.
Katılımcıların kurumsal bağları, Protokolün sonuçlarının detayları ve bu konudaki tartışmalar üzerinde daha sonra durabilmeyi umuyorum. Ancak, Wannsee Konferansı sonucunda üretilen bu belgenin konferansın oluşumunda bizatihi belirleyici bir etken olduğunun altını çizmek gerekir.[11]
Bu noktada sıklıkla tekrarlanan bir hatayı hatırlatmak gerekiyor. Wannsee Konferansı’nda Avrupa Yahudilerinin katledilmesi kararının alındığı sonucuna varmak, bir hata. Doğrusu bunun bir süreç olduğudur. Failler bu karara bir dizi olayın sonucunda varmışlardır. Yine de Konferansın, soykırımın Avrupa kıtasının tamamına yayılmasında ihtiyaç duyulan koordinasyonun sağlanması bakımından büyük tarihsel önemi vardır. Heydrich, ve Kudüs Yargılaması ile Hannah Arendt’in olaya ilişkin yazdığı makalelerle[12] iyi bilinen ve Konferansın sekreteryasından sorumlu konumdaki Eichmann dahil, SS içindeki yoldaşları, Yahudi sorununun Avrupa içinde topyekun çözümü hazırlıklarını Konferans öncesi zaten tamamlamışlardı. Temel mesele, ilgili güç odaklarınca sorumluluk alanları bağlamında ortak bir bakışa ulaşılmasını ‘temin etmekti’. Nitekim katılımcılar kendi önerilerini masaya getirdiler ve kendi bağlı oldukları güç odağının çıkarları doğrultusunda itirazlarını ortaya koydular..
Sonuçta, her biri işbirliğini kabul etti. Üçüncü Rayhın SS’le sınırlı olmayan aygıtlarının yöneticileri işbirlikçi haline geldiler. Hatta, Protokol’ün de kanıtladığı üzere Heydrich’in Nihai Çözüm planına kefil oldular.
Olayın dramatik doğası, sadece tarihçilerin ve siyaset bilimcilerin değil, film yapımcılarının ve belgeselcilerin de dikkatini konuya yöneltti.
Wannsee Konferansı Beyaz Perdede
Nitekim 20 Ocak 1942 Wannsee Konferansı’nı doğrudan merkezine alan iki doküdrama (yarı belgesel, yarı kurmaca) çekildi. Bunlardan bir tanesi 1984 yılında gösterilmiş “Die Wannsee -konferenz (Wannsee Konferansı)” başlıklı, Avusturya-Alman yapımı filmdir. Yönetmenliğini Heinz Schirk ve senaryosunu Paul Mommertz üstlenmiştir.[13] Bu filmin, bütçe ve benzeri eksiklerine rağmen Konferans’ın canlandırılmasında daha sadık bir yapım olduğu değerlendirmesi yapılmıştır.
Konferans hakkında bir diğer film ise 2001 yılından bir Britanya-ABD ortak yapımıdır. “Conspiracy (Komplo)”, isimli filmin yönetmeni Frank Pierson ve yazarı da Loring Mandel’dir.[14] Film etkileyici bir aktör kadrosuyla çekilmiştir. Bu isimler arasında Reinhard Heydrich rolünde Kenneth Branagh, Adolf Eichmann rolünde Stanley Tucci, Dr. Wilhelm Stuckart rolünde Colin Firth, Dr. Wilhelm Kritzinger rolünde David Threlfall, SS Korgenerali Heinrich Müller rolünde Brendan Coyle, Dışişleri Müsteşarı rolünde Martin Luther vd. sayılabilir. Bu noktada, film, soundtrack benzeri kültür ürünleri enstrümanlarının yetersizliği de, hikayeciliğin olağanüstü imkanlarının bir başlangıç noktası olduğu da ileri sürülebilir. Kimilerince filmler izleyenlerine tarihi basitleştirir, sıradanlaştırır ve duygu yükler, kimilerine göreyse hafızayı ayakta tutmak için yardımcı olabilir.[15] Bana kalırsa, tüm kısıtlarına rağmen ikinci durum daha geçerli ve ayrıca birçok telafi edici niteliği de içeriyor.
Joseph Wulf (1912-1974)
Savaştan sonra 1945 yılında Villa önce Sovyet denizcileri ve ardından ABD subaylarınca kullanılmış. 1947 yılında Sosyal Demokrat Parti Villaya August Bebel’in (1840-1913) ismini vermiş ve erişkin eğitim merkezine dönüştürmüş.
1952’den sonra Berlin’in Neuköln mahallesinden okul öğrencileri için yaz okuluna çevrilmiş olan alanda, nihayet 1988 yılında, villanın onarılmasını ve bahçesinin düzenlemesini de içerecek şekilde bir hafıza mekanı oluşturma projesi hayata geçirilmiş. Bu noktada direnişçi, Auschwitz’ten hayatta kalmayı başaranlardan, tarihçi Joseph Wulf’un çabasını anmak gerekiyor. Almanya’da Nazi rejimi üzerine ilk kapsamlı belgeleme çalışmasını yayınlamanın yanında Wulf, 1965 yılında da villada bir dökümantasyon merkezi kurulmasının savunuculuğunu yapmış. Uluslararası çapta destek bulan düşüncesinin hayata geçirilmesine ne Berlin Şehir Meclisi ne de genel olarak kamuoyu destek vermemiş ve dönüştürme projesi gerçekleşmemiş ve 1974’te intihar etmiş. Dönüştürme konusu 1980’lerde tekrar gündeme gelmiş ve Wannsee Konferans Evi Hafıza ve Eğitim Merkezi, Konferansın 50. yıldönümünde kapılarını açmış.
Sergiler
Günümüzde hafıza mekânı, birinci katında, İlk Daimi Sergiden önemli değişiklikler geçirmiş İkinci Daimi Sergiye ev sahipliği yapıyor. Önümüzdeki bir iki yıl içerisinde sergilenmeye başlanacak Üçüncü Serginin hazırlıkları ise devam ediyor. Ayrıca, Avrupa Yahudilerinin Katledilmesi, Nazizmin ve öncesinin tarihi öğrenmek için rehberli turlar, öğrenme günleri ve seminerler benzeri birçok olanak sunuyor.
Binanın ikinci katında ise Josepf Wulf’un adının verilmiş olduğu, Holokost, Nazizim ve Üçüncü Rayh üzerine uzmanlaşmış ve etkileyici bir film veritabanı içeren kütüphanesi bulunmakta.
Geçen birkaç günün ardından, yalnız “beraberce Değişim Programı”na katılmakla değil, böylesi bir deneyim için doğru bir yer tercihi yapmış olduğuma da inanıyorum. Bu günler ne Türkiye, ne Avrupa ne de Dünya için, söz konusu olan eşitlik ve özgürlük ilkeleri, demokrasi, insan hakları, ve insani ethos açısından genel olarak çok parlak günler değil. Etrafımın böylesi günlerde bu konulara önem veren insanlarla ve Holokost, tarih, kolektif hafıza, geçmiş acılar, ayrımcılık, ırk siyaseti ve daha fazlası için bir şeyler yapma iradesinde olanlarca çevrili olması sınırlı da olsa teselli kaynağı oluyor. Burada şahit olduklarımdan ötürü kendimi şanslı ve umutlu hissediyorum. Burası insanları birbirine bağlayan bir kurum olarak işlev görüyor. Onlarca insanı Villanın odalarında gezerken, okurken, tartışırken, siyasal ve kültürel çoğulluklar, şebekeler oluştururken görüyorum. İlaveten, dünya tarihinin karanlık bir sayfasının hikayelerini anlatmaya çabalayan bir grup tutkuyla adanmış, çalışkan, sabırlı ve nazik insanla beraberim. İlgilenenlere, insanların, en insani olmaktan uzak ideolojiler uğruna; tasarlama, örgütleme, uygulama ve yeri geldiğinde de aklın almayacağı fedakarlıklarda bulunma kapasitesinin varlığını hatırlatıyorlar. Tüm dünyada gün be gün yükselmekte olan saldırgan, şöven siyasetlere karşı uyarıyorlar. Bugünler iyimser olmanın zor olduğu günler olsa da bu kurum ve çalışanları tüm aleyhte koşulların varlığına karşın umudu üretiyor. Aşırı-rasyonelleşmiş modernite çağında ve onun sonuçlarıyla yaşıyoruz. Siyasetin teknikleşmesinin ve bürokratikleşmesinin kaçınılmaz, her tür dayanışmaya karşı şişirilmiş bireyselliğin savunulduğu, idealizm ve insanlığın içinin boşaltıldığı bir dünya bu. Günümüz dünyası, idealize edilmiş bireysellik jargonuyla, dibine kadar korkan, nereye döneceğini bilemeyen, sakatlanmış, zayıflatılmış bireyler yaratıyor. Wannsee Konferans Evi tüm sınırlılıklarına rağmen bir fener, bir umut mekanı olarak karşımızda. Anlatı stilleri, kapsam vb. konularda tartışmayı derinleştirmek, Üçüncü Daimi Sergi’nin nasıl olması gerektiği, sunumun ilkeler üzerinde tartışmak önemli, fakat, daha yapılacak çok şey var, yeni fenerler yaratmaya ve ateşi harlamaya muhtacız. Alınmış olan teorik mesafeyle pratik süreçler bakımından akıl almaz açıklığın olduğu bir zaman dilimindeyiz. Olanla olması gereken arasında koskoca bir boşluk var. Zor bir görev hepimizi bekliyor. Öncesinde de böyleydi, şimdi de böyle ve böyle olmaya devam edecek… Benjamin’in cümleleriyle söylersek:
“…Geçmişi tarihsel olarak dile getirmek, o geçmişi “gerçekte nasıl olduysa, öyle” bilmek değildir. Buna karşılık, bir tehlike anında parlayıverdiği konumuyla, bir anıyı ele geçirmek demektir. Tarihsel maddecilik için önemli olan, geçmişe ilişkin bir görüntüyü, tehlike anında tarihsel özneye ansızın gözüktüğü biçimiyle korumaktır. Tehlike, hem geleneğin varlığına, hem de o geleneğin seslendiklerine yöneliktir. İkisi için de aynı tehlike, yani kendini egemen sınıfların bir aracı kılma tehlikesi vardır. Her çağda yapılması gereken, geleneği, onu alt etmek üzere olan konformizmin elinden bir kez daha kurtarmak için çaba harcamaktır. Çünkü Mesih, yalnız kurtarıcı olarak gelmez; şeytanı alt eden sıfatını da taşır. Geçmişteki umut kıvılcımını körükleyerek tutuşturma yeteneği, yalnızca geçmişi özümsemiş tarihçide bulunabilir; düşman galip geldiğinde, ölüler bile kendilerini bu düşmandan kurtaramayacaklardır. Ve bu düşman daha zafer kazanmayı sürdürmektedir….”[16]
__________
[1] beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları 2018 Gönüllüsü, Haus der Wannsee-Konferenz Gedenk und Bildungsstätte (GHWK), Am Großen Wannsee, No: 56-58, 14109, Berlin.
[2] Yazıda yer verilen bilginin, aksi belirtilmedikçe, kaynağı GHWK Web Sitesidir.
[3] Metin Altıok, “Bir Acıya Kiracı”, Yay. Haz. Z. Altıok, Kırmızı Kedi, İstanbul, 2013, s. 80.
[4] John Williams, Itzhak Perlman & Boston Symphony Orchestra, “Theme from Schinler’s List: Soundtrack”, MCA Records, December 7, 1993.
[5] Gerhard Shoenberner et. al., “House of the Wannsee Conference: Permanent Exhibit Guide and Reader-English Version”, Haus der Wannsee-Konferenz (GHWK), Berlin, 1993?, p. 143. The historical data related to the House and the exhibitions are either from the catalogue of the First Exhibition or the Website, unless cited otherwise.
[6] Mark Roseman, “The Wannsee Conference and the Final Solution: A Reconsideration”, Picador, 2003, p. 93.
[7] Shoenberner et. al., 1993?, p. 144.
[8] From the catalogue of the second exhibition. “The Wannsee Conference and the Genocide of the European Jews Catalogue of the Permanent Exhibition, GHWK, Berlin, 2009, p. 383.
[9] Idem.
[10] Konferansın detayları üzerine daha sonra yazmak istiyorum. Şimdilik Heiydrich’in davetli listesinin tamamının toplantıya katılmadığını ve Konferansın toplanması için davetin Heydrich’in doğrudan emri altındaki Himmler değil, Goering tarafından imzalandığını belirtmekle yetineyim.
[11] Protokolün orjinali Berlin’de Dışişleri Siyasi Arşivindedir, (İmza: R 100857, Bl. 166-188). Devlet Güvenlik Merkez Bürosunda Yahudi İşleri Bölümü Başkanı Adolf Eichmann, toplantının sonuçlarını bir protokolde özetlemiştir. Buna göre Heydrich katılımcılara, Avrupa Yahudilerinin, Doğu Avrupaya deportasyonunun, Hitlerin “önceden vermiş olduğu onaya” binaen yapıldığını açık etti. “Yahudi sorununun nihai çözümüyle ilgili liderliğin” coğrafi sınırlardan bağımsız olarak tümüyle kendisine bırakıldığının altını çizdi.
[12] FMakalenin başlangıcı için bkz; Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem—I, “New Yorker”, 16 Şubat 1963, https://www.newyorker.com/magazine/1963/02/16/eichmann-in-jerusalem-i, 06.08.2018.
[13] Detaylar için bkz.; https://www.imdb.com/title/tt0088377/?ref_=fn_al_tt_4, 06.08.2018.
[14] Detaylar için bkz.; https://www.imdb.com/title/tt0266425/fullcredits?ref_=tt_cl_sm#cast, 06.08.2018.
[15] Stefanie Rauch, her iki yaklaşıma da örnekler vermiştir (içinde Understanding the Holocaust through Film, “History & Memory”, 30 (1), Spring-Summer 2018, p. 160). Birinci yaklaşıma dair bkz. Elie Wiesel, “From the Kingdom of Memory: Reminiscences”, Summit Books, New York, 1990 ve ikincisine dair bkz. Ilan Avisar, (“Screening the Holocaust: Cinema’s Images of the Unimaginable”, Indiana Univ., 1988) and Omer Bartov, (Spielberg’s Oscar: Hollywood Tries Evil, in Loshitzky, ed. “Spielberg’s Holocaust”, pp. 41-60).
[16] Walter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine, “Pasajlar”, içinde, Çev., A. Cemal, Yapı Kredi Yayınları.