“Hatırlamak ne demektir? Neden hatırlarız? Neyi hatırlarız? ya da “Hatırladığımız tam olarak nedir?” soruları gündelik yaşamımızda yer dahi işgal etmezken, ilk elde kulağa garip gelebiliyor. Ancak, tecrübemin sonunda Hrant Dink Hafıza Mekânı projesine katkı sağlaması beklenerek katılımcı seçilen bir kişi olarak, bu soruların cevaplarını tersinden “Hafıza-ı beşer nisyan ile malul müdür” de, tersinden aramaya başladım. Zira, sebebi oldukça basitti: “unutmamam” gerekiyordu.
Bir muhafaza alanı olarak hafıza geçmişi ifade eder. Hafıza her ne kadar geçmiş temelli olsa da hatırlama her zaman şimdi de gerçekleşir.
…
Güney Afrika’da herkes gerçekten çok iyi birer “hikâye anlatıcısı”.
Milan Kundera’nın Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda bir karakter “İnsanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir,” diyordu. Apartheid’ın sona ermesiyle kurulan, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun bir bakıma “insanların hikayelerini anlatabilmeleri için” oluşturulan ulusal bir platform olduğu ve aynı zamanda hikayeleri “anlatabiliyor olmanın” iyileşme ve uzlaşma amacı da taşıdığı düşünüldüğünde bu durum benim için “tahmin edilebilir” gibi gözüküyordu. Fakat hesaba katmadığım, tahmin edilemeyen bir şey vardı: Buraya kendi hikayemle birlikte gelmiş olduğum. Bunun ayırdına bir kere vardıktan sonra yukarıdaki soruların cevaplarını kendi hafızamı yeniden inşa ederken aramaya çalışmaya başladım.
Bu durumda soruyu bir adım daha ileri götürerek baştan sorabilirdim: Hatırlamak istediklerinizi hafızanızda nasıl muhafaza edersiniz?
…
“Hafıza donuk değildir; fazlasıyla yaşayan, hareket eden değişen bir şeydir” diyordu Louis Malle de. Ben de bu şehirde kendime “hatırlatıcı” olarak şarkılar seçtim; şarkıları hatırlama zemini olarak kullanmak o kadar da şaşırtıcı değil zira ne bu şehirde ne de benim zihnimde müzik hiç susmuyor!
Bir de insanlar var… Dünyanın hiçbir yerinde tanımadığım kadar içten, sıcak, mütevazı; zaman zaman da üzerine belki de günlerce, aylarca düşüneceğim cümleleri kuran, hayatımda bana sorulan en zor soruları soran ve beni bir o kadar da mutlu eden insanlar. Benim anılarım onların hafızasına değiyor, bağlanıyor, birleşiyor; dinlediğim(iz) şarkılar günlerimize eşlik ediyor.
Gömülü Hafızadan Şekillendirilen Hafızaya
“Afrika’daki yağmurlara şükrolsun,
Afrika’da bazı yağmurlara tanık oldum.”
Toto-Africa
Cape Town’a gelmeden önce günlerce Toto’dan Africa şarkısını dinleyip durmuştum. Havalimanında beni Cape Town’ın “Sıfır Günü”ne yani “muslukların kuruyacağı güne” dair uyaran dev panolar karşıladı. Sonrasında, geçtiğimiz birkaç yılda Cape Town’da yağmurun mevsim normallerinin çok altında olması dolayısıyla susuzlukla boğuştuğunu; bu yüzden Cape Town Belediyesi’nin kuraklıktan kaçınmak için giderek daha sert su kısıtlamaları uygulayarak önlem almaya çalıştığını öğrendim.
Ertesi gün bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu.
“Oh, Biko, Biko.
Çünkü Biko…”
Peter Gabriel-Biko
Adeta bir “hafıza kutusu” olan District Six Müzesi’nde ilk günüm. Zorla yerinden edilen 60.000 insanın, Apartheid’ın, kolonyalizmin ve daha birçok şeyin “sığdırıldığı” o kutuda ben de kendi “hafızamdan” parçalar buldum:
Nitekim sonraki günlerim Steve Biko’nun düşüncelerinin, yazdıklarının, bıraktığı mirasın –hem Türkiye hem de Güney Afrika için- hala geçerli olduğunu ve yaşadığını görmek, söylemekle geçecekti.[ii]
“Büyüdüğümde, güçlü olacağım
Bana özgürlük diyecekler, tıpkı bir dalgalanan bir bayrak gibi
Ve sonra bu geri gittiğinde ve sonra geri gittiğinde…”
K’naan-Wavin’Flag (2010 Dünya Kupası Resmi Şarkısı)
Güney Afrika’yla gerçek anlamda tanışmam 2010 FIFA Dünya Kupasıyla oldu. Gönüllü olarak çalıştığım District Six Müzesi’ni de ilk kez -2010 Dünya Kupası dolayısıyla- BBC’de Gary Lineker’in programında yayınlanan bir tanıtımda görmüştüm. Yine o videoda gördüğüm Joe Schaffers’la[iii] da geçtiğimiz günlerde tanıştım.
District Six Müzesi Homecoming Centre’da çalışmaya başladıktan birkaç gün sonra, Cape Town’da olmamın sebeplerinden biri sabah masamın yanına bırakılmıştı.
“Her insanın göğsünde, bir kalp atar
Çok yakında kimler gerçek devrimciler göreceğiz”
Bob Marley-Zimbabwe
Cape Town’a geldiğimden beri sabahları sokaklarda en çok duyduğum cümlelerden biri: Affedersiniz… Açlıktan ölüyorum, Zimbabve’den geldim. [iv]
“Thula thul, thula baba, thula sana,
Thul’ubab uzobuya, ekuseni.”
Thula Baba geleneksel Zulu ninnisi[v]
Bir gün, kaldığım eve günlük olarak temizliğe gelen kadının telefonda oldukça kısık ve yumuşak bir sesle şarkı söylediğini duydum. Şarkının ne olduğunu sorduğumda “çocuğuna uyuyabilmesi için ninni söylediğini” öğrendim. O gün, hemen her gün gördüğüm Bertha’yla “gerçekten” tanıştık: Zimbabveli, iş bulabilmek için Cape Town’a gelmiş, dört çocuğuna para gönderiyor.
“Evet ve kaç yıl geçmeli bazı insanların yaşayabilmesi için
Özgür olmaları için izin verilmeden önce
Evet ve bir adam kaç kere çevirebilir başını
Sadece görmemek için
Cevap rüzgârda uçuyor”
Bob Dylan – Blowin’ in the Wind
Apartheid’ı yaşayan insanlardan bazıları, çeşitlilikten bahsederken, genetik olarak kendilerini anlatırken devamına “insan” ekliyorlar: Portekizli insan, Malay insan… Bir gün “Kürtler kimdir?” sorusuna cevabımın ardından, devamındaki soruları “Kürt insan” şeklinde aldım. “Kürt insan” sesleri hala “rüzgârda uçuyor!”[vi]
“Tüm söylediğimiz barışa bir şans verin”
John & Yoko/Plastic Ono Band- Give Peace A Chance
Ayaküstü bir konuşmada annesine Barış İçin Akademisyenler ‘den bahsettiğim, Güney Afrikalı 8 yaşında bir çocuk “Teröristin rengi nedir?” diye sordu. Sanırım, hayatım boyunca cevaplamaya çalıştığım en zor ve en güzel soru buydu.
“Afrika rüyamda yeni bir yarın var.
Benim Afrika rüyam, takip edebileceğimiz bir rüya
Şimdi gece karanlığı düşmeye başladığında…
Vicky Sampson-My Afrikan Dream”
Geldiğim ilk günden itibaren bazı geceler birkaç sokak uzakta bir evden geldiğini düşündüğüm –sesin nereden geldiğini anlayabilmek için defalarca dolaştım- sözlerini bir türlü anlayamadığım ama melodilerinin değişmesinden dolayı beş farklı şarkı olduğuna karar verdiğim bir müzik eşliğinde uyumaya başladım. Dinlediğim şarkıların ne olduğunu anlayabilmem için birkaç hafta beklemem gerekecekti.
“Zor zamanlar hakkında konuşmak o kadar zor biliyorsun
Evet Tanrım, benden daha iyi kim biliyor?!”
Ray Charles-Hard Times
District Six Müzesi Eğitim Departmanı’nın, District Six ve Cape Town’ın çeşitli yerlerinden gelen ilköğretim öğrencilerinin Güney Afrika’nın hafızası ve mirası ile bağ kurabilmesini amaçlayan, film gösterimleri, atölye çalışmalarını da içeren aylık etkinliklerinden biri olan “Junior Youth Club” ın dokuzuncusuna katılma ve gözlemleme şansı buldum. Etkinliğin ilk bölümünde, izlenilecek filmin seçimi içerikleri de anlatılarak çocuklara bırakıldı böylelikle de demokratik karar alabilmeyi deneyimleyebilmeleri için kullanıldı. Film gösteriminden sonra ise, çocukların “kölelik ve özgürleşme” kavramlarını elişi ve sanat atölyeleri aracılığıyla sorgulaması ve öğrenmesi sağlanmaya çalışıldı.
Yaşları 5 ile 15 arasında değişen 87 çocukla geçen bir günden sonra -etkinlik boyunca çoğunlukla “kolaylaştırıcıların kolaylaştırıcılığını” yapmış olmama rağmen- hem fiziksel hem de zihinsel olarak oldukça yorgundum. Günün sonunda – çocukların izlemiş olduğu Hurricane filminin müziklerinden birini mırıldanırken- Mandy[vii] benim Türkiye’den geldiğimi söylediğinde, çocuklardan bir kısmının bana bakarak “Türkiye’yi çok sevdim” demesi tüm yorgunluğumu alıp götürmüştü.
“Keşke gökyüzündeki bir kuş gibi olabilsem
Ne güzel olurdu uçabildiğimi keşfetsem
Güneşe süzülürdüm, altımdaki denize bakardım
Ve şarkı söylerdim çünkü bilirdim
Özgür olmanın nasıl olduğunu bilirdim”
Nina Simone-I Wish I Knew How It Would Feel to Be Free
Cape Town’ın kendisi adeta bir siyasi tarih kitabı gibi okunabiliyor. Ancak hem şehrin hem de insanların anlatısında kolonyalizm baskısı ve mirasının, Apartheid kadar “görünür” kılınmadığını söylemek yanlış olmaz sanırım. Cape Town’a oldukça turistik bir zamanda geldiğim için, çeşitli etkinliklerle “görünür” olduğunda da “turistlerin ilgisini çekmek için mi yoksa farkındalığı arttırmak için mi yapılıyor” soruları karşısında ihtiyatlı olmak gerekiyor. Bütün bunlara rağmen, Güney Afrika’nın ilk özgürlük savaşçılarını “gerçekten” anma fırsatıyla karşılaştığım için şanslıydım: Emancipation Day (Kurtuluş/Özgürleşme Günü) gece yürüyüşü.
İnsanların yürüyüşün başlayacağı alanda toplanmasını beklerken Malay Korosu hemen her gece uykuya dalarken duyduğum şarkıları çalmaya başladı.[i] Yaklaşık 3-4 saat boyunca hem Malay hem de Christmas korosu eşliğinde Lydia Williams’ın “hayatının izinde”, onu anarak, dans ederek ve özgürlüğü kutlayarak “tarihi farklı bir şekilde anlatabilmek için” yürüdük.
[i] Oldukça basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, Cape Town’ın tarihini şekillendiren en önemli gruplardan birisi Cape Malayları. Hem yaşadığım yer hem de çalıştığım yerin, sırasıyla Bo-Kaap (Cape Malay’larının tarihi ve kültürel olarak merkezi) ve District Six, Malay kültürüyle güçlü bağları var.
Ertesi gün, “cadde ve sokaklarda güneş battıktan sonra yüksek sesle şarkı söylemenin yasaklandığı” bir şehirden geldiğimi ve Gece Yürüyüşü’nde kendimi kuş gibi özgür hissettiğimi söyleyerek Bonita’ya[xi] teşekkür ettim. Öyle ki en önde, pankartlardan birini tutarak ve yüzümden hiç gitmeyen bir gülümsemeyle yürümüştüm.
“Yarın çok geç olacak,
Ya şimdi ya da asla.”
Elvis Presley-Now or Never
Yukarıda da bahsettiğim gibi, hayatım boyunca hiçbir yerde Cape Townlılar kadar sıcak ve mütevazı insanlarla tanışmadım… District Six bölgesinin eski sakinlerinden olan iki güzel insanla Emancipation (Kurtuluş/Özgürleşme) Günü atölye çalışması sırasında tanışmıştım, yine müzenin doğum günü partisinde de onlarla birlikteydim. İçlerinden biri beni tanıştığımız günden bu yana “Türk Lokumu” (bazen de Türkiyeli/Türkiye’de doğmuş- Turkey-borned) çağırıken kendilerini “yaşayan tarih” olarak adlandırıyordu. Tanışma şansı bulduğum Cape Townlıların geri kalanı gibi onlar da çok iyi birer hikâye anlatıcısı oldukları için öğrenebildiğim her şeyi öğrenmeye çalıştım. Ancak, genellikle yeni tanıştığım insanlara karşı soğuk bir insan olduğum- buradaysa olamadığım için- bir noktada bu içtenlik gözümü korkutmaya ve endişelendirmeye başladı. Zira, bazen güçlü kişisel hikayeler her şeyin ya da hakikatin önüne geçebiliyor. Bunun yanı sıra, hafızamızda maziyi yad etmeye başladığımızda, her şeyin mutlu olduğu bir çeşit nostaljiden bahsedebiliyoruz. Yine de nostalji tek başına bu iki kişinin hikayesinin ilgimi neden bu kadar çektiğini açıklamıyor; hikayelerinde bir “evrensellik” var. Nitekim, dinlemeye devam ettikçe hikayelerinin yalnızca geçmişin nostaljik anlatımları olmadığını, kimlik oluşturma, günümüzdeki toplumun bir eleştirisi ve nihayet geleceğe yönelik bir vizyon olduğunu fark ettim. Öyle ki, hayatlarını anlatırken insanlar kendilerini tarihe yerleştiriyorlar, kimliklerini müzakere ediyorlar ve kim oldukları ya da kim olarak görülmek istedikleri hakkında bir şeyler söylüyorlar. Zira günün sonunda, hafıza da tarih de anlatıcının gözünden konumlanmakta.
Yine de müzenin doğum günü partisi sayesinde benim de onlarla artık “nostaljik” sayılabilecek bir anım var. Partiye gelen insanlar öncesinde sebebini veya hikayesini anlatarak ya seçtikleri bir şarkının çalınmasını istediler ya da onu söylediler. Fakat bizim seçtiğimiz şarkı için sebep ya da hikâyeye ihtiyacımız yoktu, ikimizin de en sevdiği Elvis parçası olması dışında.
“Hepimizin üzerine birazcık yağmur yağmalı,
Sadece birazcık yağmur…”
Led Zeppelin-The Rain Song
Cape Town’da kaldığım yer hemen her gün turist yoğunluğunun yaşandığı yerlerden biri. Evden çalıştığım müzeye giderken –çoğunlukla elimde- plastik bir yemek kabı taşıyorum; yemek kabını taşıdığım günlerde “turist gibi gözükmediğimi” fark ettim. Zira ne zaman yemek kabıyla evden çıksam mahalledeki insanlarla selamlaşıyorum, konuşuyorum. O günlerden birinde “kuraklık probleminin temelinde Cape Town ve bağlı olduğu eyaletin Demokratik İttifak (Democratic Aillance-DA) tarafından yönetilmesi olduğunu” söyleyen birisiyle tanıştım. Kuraklık ve iklim değişikliği meteorolojik olaylar olabilir fakat tanıştığım kişinin söyledikleri konunun bir başka yönüne işaret ediyor: Su krizinin iyi yönetilemediği ya da başka bir deyişle su krizinin kuraklık yerine siyaset tarafından yönetildiği. Nitekim, Western Cape, muhalefet partisi Demokratik İttifak tarafından yönetilen ülkedeki tek eyalet -neredeyse- geri kalanı ise iktidar partisi ANC (Afrika Ulusal Kongresi) tarafından yönetiliyor. Su krizinin çözümünde için nihai sorumluluk belediyede olsa da eyalet yönetimin ve ulusal hükümetin de sorunun çözümüne müdahil olması gerekiyor. Ancak, su krizinin de gösterdiği gibi, ulusal hükümet ile Western Cape yönetimi ve Cape Town Belediyesi arasındaki ilişki (yönetim kademeleri arasındaki “güç ilişkileri” anlaşmazlıklarına alışkın Türkiyeli bir insan olarak) insanların çoğunluğunun durumu “umursamıyor” oluşundan daha şaşırtıcı gözükmüyor.
“Gelecek havada, her yerde hissedebiliyorum
Değişim rüzgarlarıyla birlikte esiyor
Bir şanlı gecede beni anın sihrine götür
Yarının çocuklarının hayal kurduğu yere
Değişim rüzgarlarında
Yoldan aşağı yürüyorum
Farklı hatıralar, sonsuza dek geçmişe gömülüler”
Scorpions- Wind of Change
Güney Afrika değişimin eşiğinde; hafızamın da öyle olduğunu bu kez bilmiyordum.
Her gün Güney Afrika tarihinin içinde yürüyorum; böylelikle Güney Afrika’ya dair bildiğim her şey fiilen günlük güzergahıma dönüştü. Yine de Güney Afrika tarihinin diğer önemli figürleriyle karşılaştırınca Desmond Tutu’yla ilgili zihnimde büyük bir boşluk- gerçekten bir “boşluk” ya da başka şekilde söylemek gerekirse “seçici hafızam” yüzünden bir boşluk vardı. Bu yüzden her gün önünden geçtiğim St. George’s Katedraline girebilmeyi ayrıca çok istiyordum. Zira, Katedral Tutu’nun Apartheid karşıtı protestoları, kampanyaları yani mücadeleyi başlattığı yer; bu nedenle “Halkın Katedrali” olarak biliniyor.
Birkaç başarısız girişimden sonra, sonunda Katedralin içine girme şansını Bonita’nın beni “Katedralin başpiskoposu ANC’nin şuanki durumu[xii] hakkında konuşabilir; senin ilgini çekecektir” minvalinde bir mesajla Christmas ayinine davet etmesiyle yakaladım.
Gece yarısı Christmas ayininde, Başpiskopos Makgoba, Bonita’nın ilgimi çekeceğini düşündüğü gibi, Zuma’nın görevden alınması çağrısında bulundu ve “Güney Afrika’nın şu anda korkunç bir dönemden geçtiğini, bu nedenle ANC’nin yeniden ahlaki ve etik bir liderlik kurması gerektiğini söyledi. Ve ekledi: “ ANC’nin yeni liderleri cesurca ve hızlıca Zuma’nın başkanlığı konusunda hareket etmedikçe Güney Afrika’yı nasıl geçmişinden temiz bir sayfa açarak yeni bir rotaya sokacaktır?”
Bu, benim katıldığım ilk Christmas ayini değildi fakat o gece Bonita ve Katedralin başrahibi olan eşi sayesinde Tutu’yu “yerine koymaktan” fazlasını yaşadım. Öyle ki hala tüylerimin diken diken olduğunu hissedebiliyorum!
“Siz hangi taraftasınız dostlar,
Hangi tarafta?
Babam bir madenciydi,
Ben de bir madenci oğluyum
Babam sizinle birlikte olacak yoldaşlar,
Bu savaş kazanılana kadar.”
Pete Seeger- Which side are you on?
Güney Afrika’da bir sonraki genel seçimler 2019’da yapılacak. Bense –hemen her protestoda- sıklıkla Ekonomik Özgürlük Savaşçıları (EFF) destekçilerine denk geliyorum. ANC’nin eski Gençlik Birliği Başkanı olan Julius Malema tarafından kurulan EFF, kendisini “radikal, solcu, anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir hareket” olarak tanımlıyor; destekçilerini de “protesto hareketi” olmasına borçlu.
Her ne kadar EFF’in stratejisi “o anda ihtiyaç olana” bağlı gibi gözüküyorsa da şu anda doğru yer ve zamandalar. Bu bakımdan, önümüzdeki seçimlerde Ramaphosa’ya Zuma’dan daha çok baş ağrısına neden olmaları da muhtemel gözüküyor. Zira, 2012’de madencilerin grevi sırasında polisin ateş açmasıyla 34 kişinin hayatını kaybettiği “Marikana katliamı” olarak anılan olay, EFF’in kurulmasında en önemli kilometre taşlarından biriyken; aynı olay sırasında Ramaphosa, madenin sahibi olan Lonmin şirketinin yönetim kurulunda yer almaktaydı.
“Bunları duymaktan bıktım artık
Tutuculardan, basiretsizlere, geri kafalı ikiyüzlülere
Tek istediğim gerçek
Sadece gerçeği ver bana işte”
John Lennon – Gimme Some Truth
Cape Town’da arabanız yoksa çoğu zaman taksiye binmeye mecbur kalıyorsunuz. Çünkü hem toplu taşıma ağı oldukça yeni hem de birçok yere ulaşım mümkün değil. Ben genelde kilometrelerce yürüyorum ama ne zaman taksiye binsem Ankara’da nefret ettiğim taksici muhabbetini burada çok seviyorum.
Yangın dolayısıyla trafiğin sıkışık olduğu bir günde normal şartlarda en fazla 10 dakika sürmesi gereken yolda gideceğim yere neredeyse 1 saate yakın bir sürede varabildim. Ancak durumdan hiç de şikayetçi değildim hatta bindiğim taksi şoförüyle “Ramaphosa’dan, Güney Afrika’daki yolsuzluğa, geçtiğimiz yollar dolayısıyla Cape Town’daki gelir uçurumuna ve hatta Ajax Cape Town’ın Türkiyeli yeni teknik direktörüne” kadar birçok konuda konuştuğumuz için oldukça keyifli sayılırdım. Konuşmamızın sonlarına doğru ailesinin District Six’te kendisinin ise Mitchells Plain’[xiii] de doğup büyüdüğünü, şimdiyse Athlone’da yaşadığını öğrendim.
Yolculuğumuz bittiğinde 2010 Dünya Kupası’ndaki maçlara ev sahipliği yapan Green Point Stadyumu yakınlarındaydım. Elimde bir kez daha uyarıcı vazifesi gören ve bana hatırlamak için fırsat veren; bu kez birbiriyle değiştirilmesi ya da birlikte kurulması gereken hafıza imgeleri vardı: Green Point ve Athlone. Bir tarafta, çoğunlukla melez (coloured) ya da işçi sınıfından insanların yaşadığı, Apartheid döneminde insanların zorla yerinden edilerek gönderildiği, Cape Flats olarak bilinen şehrin dışındaki alanlarda olan aynı zamanda da Apartheid’a karşı mücadelede önemli merkezlerden biri Athlone; diğer tarafta, Cape Town’ın iş merkezlerine oldukça yakın, gösterişli, bölgenin varlıklı sakinleri tarafından görülebilen muhteşem okyanus manzarasının yanı başındaki Green Point.
Dünya Kupası hazırlık süreçlerindeki insan hakları ihlallerine, yapılacak stadyumların inşasında yaşanan yolsuzluklara, inşaat işçilerinin kötü koşullarda çalıştırılmasına ve bunlar için yerinden edilen insanlara ne yazık ki hepimiz aşinayız. Ancak, eğer Mandy söylememiş olsaydı, stadyum yapılması için Green Point’in Athlone yerine nasıl seçildiğini bilmiyor olacaktım: Green Point (eski) FIFA başkanı Sepp Blatter Dünya Kupası sırasında “muhteşem görüntüler” için “şahsen” ısrarla talep edilmiş(ti).
Apartheid 23 yıl önce sona ermiş olabilir; ancak burada, Cape Town’da ayrımcılığı mekânsal ayrıştırma siyaseti zihniyeti her zamanki kadar güçlü.
[i] Paul Ricoeur, Hafıza, Tarih, Unutuş, Çev. M. Emin Özcan, Metis Yayınları, İstanbul, Nisan 2012, s.22.
[ii] Barış Ünlü, “The Kurdish struggle and the crisis of the Turkishness Contract”,http://journals.sagepub.com/doi/10.1177/0191453715625715
[iii] District Six bölgesinin zorla yerinden edilen “eski sakinlerinden”, şu anda da Müze’nin eğitim departmanında görevli olmanın yanı sıra hikâye anlatıcısı-rehber olarak çalışıyor.
[iv] Bu sırada, Zimbabve’yi 1980’den beri yöneten Robert Mugabe’nin, askeri bir müdahale ile devrildiği ve ev hapsine alındığı haberleri geliyordu.
[v] Bertha, ninninin sözlerini benim için yazdı ve İngilizceye çevirdi ve ninninin orijinal sözlerinde “baba” geçtiğini ancak orayı “anne” olarak değiştirdiğini söyledi.
[vi] Ekim-Mart ayları arasında Cape Town’da güneydoğu rüzgarlarının hızı saatte 120 km’yi bulabiliyor. Bu rüzgarlar yaz sıcağını hafifletmesinin yanı sıra bazen Masa Dağı’nın üzerinde örtü varmış gibi beliren bulutları da getiriyor.
[vii] Mandy Sanger, mentörüm ve District Six Müzesi Eğitim Departmanı sorumlusu.
[viii] Cape Town, Altıncı Bölge’de doğmuş bir köle olan Lydia, özgürlüğünü kazandıktan sonra buradaki aynı zamanda Lydia’nın okulu olarak bilinen küçük evinde yaşamaya devam etti. Kendisi gibi özgür bırakılmış olan diğer kölelere yardım edebilmek için birçok şey yaptı. Her yıl 1 Aralık’ta kendisi gibi azat edilmiş kölelerle birlikte kutladığı “Kölelikten Kurtuluş Şöleni” daha sonra “Lydia’nın ziyafeti” olarak anılmaya başladı.
[ix] Aynı zamanda, eski bir Robben Island mahkûmu olan Lionel Davis hakkında: http://www.sahistory.org.za/people/lionel-davis
[x] Oldukça basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, Cape Town’ın tarihini şekillendiren en önemli gruplardan birisi Cape Malayları. Hem yaşadığım yer hem de çalıştığım yerin, sırasıyla Bo-Kaap (Cape Malay’larının tarihi ve kültürel olarak merkezi) ve District Six, Malay kültürüyle güçlü bağları var.
[xi] District Six Müzesi direktörü Bonita Bennett’tan Emancipation Day ve köleliğin günümüzle bağlantısına dair: https://www.iol.co.za/capetimes/opinion/bring-to-an-end-the-enslavement-to-corruption-12210748
[xii] Jacob Zuma hanedanlığından sonra Güney Afrika’nın bir sonraki başkanı olması oldukça muhtemel olan Cyril Ramophosa rakibi olan Zuma’nın eski eşi Nkosazana Dlamini-Zuma karşısında ANC lideri olarak yakın zamanda seçilmişti.
[xiii] Ailesi, Apartheid döneminde 1950 Grup Alanları Yasası uyarınca District Six “beyaz alan” ilan edildiğinde, zorla yerinden edilerek Mitchells Plain’e gönderilmiş olmalıydı.
…
Son olarak, bu yazıyı buraya geldiğim ilk günden beri her zaman yanımda ve her şeyle ilgili yardımcı olan Chanté’den bahsetmeden bitiremezdim. Onu hatırlamak ya da unutmamak için herhangi bir şarkıya ihtiyacım olmamasına rağmen, iyi ki bir tane var.